Bu yazıda skoru konuşmayacağım, çünkü anlatmaya değer bir şey yok... Ben maça giderken yaşadığım rezaleti, ülkemizin düzen konusundaki amatörlüklerini ve daha alakasız şeyleri anlatacağım...
Ama şunu belirtmek istiyorum, maçtan önce herkese 4-0 yenileceğimizi söylediğimde herkes benimle dalga geçmişti, burası TTArena demişti... Sanki biz bilmiyoruz TTArena neresi...
Ama şunu belirtmek istiyorum, maçtan önce herkese 4-0 yenileceğimizi söylediğimde herkes benimle dalga geçmişti, burası TTArena demişti... Sanki biz bilmiyoruz TTArena neresi...
Okulumdan yola çıkmaya hazırlanırken arkadaşım aradı beni, Passolig'den koltuğu benim hesabıma aktaramadığını söyledi... Biz maalesef Passolig rezaleti yüzünden, her maç tek tek, benim koltuğumun da onun hesabında gözükmesinden ötürü, bana ait olan koltuğu, benim hesabıma yolluyorduk... Bir çeşit sıkıntılar da doğuruyor bu, aynen bu maçta olduğu gibi... Süper Lig'de birkaç maç bu şekilde koltuğu bana aktarmıştı, ama bizim asıl amacımız koltuğumuzu sezonluk olarak, bütün devretmekti ki bunun için de Passolig müşteri hizmetlerini hem ben, hem de o en az elli kere taciz etmişizdir, ancak bir sonuç çıkmadı...
Bu maça da bileti devredememenin verdiği telaş ile erkenden çıktık ikimiz de... Ama İstanbul bu, trafiği izin verir mi? Birinci köprüyü geçince bize "Dur!" dedi elbette... Mecidiyeköy'den, 4. Levent'e 45 dakikada gidebildik... Sonra arkadaşım da ikinci köprüden gelirken onu bekledik... Bu süreçte Passolig sistemini yürürlüğe koyan federasyona da hem içimden hem dışımdan sayamadığım kadar küfretmişimdir... Sorunumuzu oradaki Passolig görevlilerine de defalarca anlattık... Önce o gelmeden, ben tek başıma sorunumu dillendirmeye çalıştım, ama maalesef aynı telefondaki tavsiyelerinden vazgeçmeden, onları tekrar etmeye devam ettiler... Ben kendi kimlik numaramı, Passolig kartımı onlara verdim, tek istediğim koltuğu aktarmalarıydı, ama başaramadılar... Daha sonra arkadaşım geldi, o da benim söylediklerimi tekrar dillendirdi, onun kartına da baktılar... Daha sonra daha yetkili biri geldi yanımıza aşırı ısrarlarımız sonucunda... İkimizin Passolig kartı ve kimliğimizi önündeki masaya koyarak yaklaşık 9-10 dakika süren bir konuşma yaptı telefonla... Sonrasında bizi nihayet sevindiren haber geldi... Kim bilir kaç kişi daha bizim gibi sırf biletini aldığı maça girmek için bin çile çekiyordur...
Maça yaklaşık 1 saat kalmıştı biz de stada girdik büyük heyecanla... Her ne kadar kaybedeceğimizden emin olsam da, asla köstek olmak için orada bulunmadım... Oyunu beğenmediğim zaman sustum, asla sahada oynayanlara ya da onları kenarda yöneten antrenöre sövmedim... Çünkü benim lûgatımda taraftar, destekçidir... Durmadan eleştirip, sahadaki oyuncuları veya oyunu yermek, aşağılamak ya da onlara sövmek için fırsat kovalamaz...
Maç için koltuğuma geldiğimdeyse yine bu Passolig yüzünden olsa gerek, stadyumda kale arkaları haricinde taraftar neredeyse yok denilecek kadar az sayıdaydı...
Maça az bir zaman kalmışken yan tribünler ve benim de bulunduğum güney tribün dolmaya başladı... Sağ üst tarafımızda misafir tribünde, maça gelirken de otobüslerde gördüğüm çok sayıda Dortmund taraftarı vardı... Maça az bir zaman kalmışken, daha yaptıkları ilk tezahüratlarda onlara hayran kaldım... Hepsi çok aşırı bir düzen içerisinde alkış, bağırış ve tezahüratlarına uygun hareketler yapıyorlardı...
Maç için oyuncular sahaya çıktığında Arena'daki en kaliteli ve anlamlı kareografiyi açtı Kuzey Odeabank tribünü... Vangelis'in Conquest of Paradise müziği ile müthiş bir bütünleşmesi oldu aynı zamanda... Ardından Şampiyonlar Ligi'nin o ihtişamlı müziği eşlik etti kareografiye...
Maç için oyuncular sahaya çıktığında Arena'daki en kaliteli ve anlamlı kareografiyi açtı Kuzey Odeabank tribünü... Vangelis'in Conquest of Paradise müziği ile müthiş bir bütünleşmesi oldu aynı zamanda... Ardından Şampiyonlar Ligi'nin o ihtişamlı müziği eşlik etti kareografiye...
Maç başladıktan sonra kendi tribünümde yüzüme aşina olmayan, çok büyük bir ihtimalle de oradan kombinesi olmayan kişiler koltukların üzerine çıkıp tepinmeye başladı... Aşırı duygusal bir millet olduğumuzdan dolayı, çoğu zaman, hatta her zaman mantığımızı yitirip, saçma sapan işler yapıyoruz... Daha önceki maçlarda sürekli, sahayı göremedikleri için koltuklara çıkan taraftarlar vardı, onları normal karşılamıştım bir yere kadar... Ancak koltukların üzerine çıkıp tepinmek, üçlüde zıplamak kadar zeka dolu(!) bir hareket görmedim ben maalesef... Kulübün paralar yatırıp, Avrupa'nın üst düzey sayılan stadyumları kadar kaliteli bir stadyum yaptırmış, otur diye kaliteli koltuklar yerleştirmiş, sen üzerinde tepiniyorsun... İnsanların oturması amacı ile yapılan koltuklarda tepinmek ne kadar mantıklı?.. Ben ilk andan tahmin etmiştim, ama pratikte görmeyi planlamıyordum, yakınımdaki sıralarda 40. dakikaya kadar 3 koltuk kırıldı ve birisinde tepinen taraftarlardan biri yere dengesiz şekilde düştü maalesef... En üzüldüğüm şey de o tribünde rastgele yerlere oturan kişilerin, koltuğun asıl sahibini düşünmeden hareket edecek kadar rahat olabilmesi... Gelecek hafta sonu Galatasaray içeride Kasımpaşa ile oynayacak ve eğer koltuk yapılmaz ise, o koltuğun asıl sahibi sırf yerinde bulunmadığı için koltuksuz kalacak...
İki golü yedikten sonra aşırı terbiyeli taraftarımız kendi tribününü tehdit etti, "Bağırmayan taraftar s.... gitsin!"... Halbuki o ana kadar yaratıcılıktan nasibini almamış taraftarımız o yıllar önce Hıncal Uluç'un 90 Dakika programında anlattığı gibi son derece ruhsuz şekilde, "Saldır Galaatasaraaay" tezahüratını yapıyordu... Güzel tezahürat yapın, eşlik edelim!.. Açıkçası artık "Saldır Galatasaray" ı duyduğumda eşlik etmek gelmiyor içimden... Dortmund taraftarı sağ tarafımda muhteşem işler çıkarırken bunu da daha rahat anladım... Gerçekten tüm maç boyunca muhteşem bir "tezahürat nasıl yapılır?" dersi verdiler Dortmundlular... Zaten Reus'un golünden sonra bizim tribün sustu... Ben golü alkışladım... Bu sene hiç maçını izlemediğim bir Dortmund'da şut çekme ihtimali olan adamları ve onların nasıl savunulması gerektiğini gayet iyi biliyorum ama... Ama bizim savunmamız, Almanların son zamanlarda çıkarmış olduğu en tehlikeli şutörün önünü açık bırakıyor maalesef...
Devre arası oldu, bizim suskun ve her şeyden şikayet eden taraftarımız nihayet oturdu... Ama nereye, koltukların sırtına, çünkü açılan bölümde 45 dakika ayakta durdukları ve temizlemeye üşendikleri için koltuğun onları rahat ettirecek değil, rahatsız ettirecek bölümüne oturmayı tercih ettiler, dahiyane bir fikir daha...
Devre arasında skor tabelasında, aynı saatte oynanan Şampiyonlar Ligi maçlarının kısa özetleri gösteriliyordu... Galatasaray Dortmund maçının özeti gelince misafir tribünün ne yapacağını merak ediyordum, ilk iki gol gösterilirken sessiz kaldılar ama Reus'un golünde hep bir ağızdan "Tooooor!" (Almanca'da gol) diye bağırdılar ki bu bizim taraftarı biraz kızdırdı tabii ki...
İkinci yarı boyunca ise bizim tribünler sessiz kaldı... Ben de maçtan ziyade, Alman tribününü izleyip, büyülenmeye devam ediyordum... Dakikalar 78'i gösterirken stadyumdan çıkma kararı aldık ve arabaya gittik... Radyoda, Adrian Ramos'un dördüncü golü attığını duyduğumda ise sevindim, hakettiğimiz dört yemekti... Maç başında düşündüğüm skorun olması da beni mutlu etti... Fenerbahçe galibiyeti göz boyarken, aslında hiçbir oyun oynamamışken, oyuncular sanki Sneijder olmasa gol atabilecekmiş gibi kendilerini dev aynasında görünce de bu skor da kaçınılmaz oldu...
Yeni başkan ile oyunun düzelmesi temennim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder