6 Aralık 2016 Salı

Ölü bir Galatasaray...


Pazar akşamı Kasımpaşa deplasmanındaydım. Belki Bursaspor maçından sonra takım bir toparlanma moduna girmiştir diyerek, biraz da hevesle gittim stada. Maç başında her zaman olduğu gibi saygı duruşunda durmayı beceremeyen ülke insanı sessizliği bozma çabasına girince Mete Kalkavan da düdüğü bir dakika dolmadan çalmak zorunda kaldı.

İlk dakikalarda baskılı başladı Galatasaray, hatta pozitif bir oyun da vardı sahada Galatasaray adına. Sonra güzel verkaçlar ile Podolski'den maçın ilk golü geldi. Her ne olduysa ondan sonra oldu. Oyun rölanti bile diyemeyeceğim bir temposuzluğa, plansızlığa, bir rezilliğe dönüştü. Selçuk topu almaya gelip tekrar geri veriyor, geri verdiği Serdar Aziz de Muslera'ya dönüyor, Muslera vuruyor top rakibe geçiyor. De Jong alıyor Serdar'a veriyor, o yine Muslera'ya ve Muslera da rakibe...

Bu olay yaklaşık 45 dakika devam etti ve Galatasaray da o zaman diliminde çok büyük badireler atlattı. Belki bir daha atlatacaklardı ki 53'te Serdar Aziz'in hatasına Sabri de geri kalmayarak eşlik edince Muslera ilk şutu kurtarsa bile yardıma gelen tek adam olmadığı için ikinci topu gol yapmayı başardı Eduok. Belki biraz kendisine gelir takım diye düşünürken bir çırpınış başladı Galatasaray'da.

Ancak Galatasaray'ın merkez oyuncuları o kadar yaşını almış oyuncular ki, hiçbiri pası verdikten sonra boşa kaçayım, alan yaratayım, oyunu ileri taşıyayım derdinde değil, hepsi anca 90 dakikayı çıkarabilmenin derdinde. Çünkü onlar da biliyor ki, ileri desteğe gitseler geriye dönmeleri gerekecek. Bunu riskli bir görev olarak gördükleri için de, hiç uğraşma gereği duymadan oyunu Selçuk, De Jong, Serdar, Sabri ve zaman zaman da Muslera alanında sıkıştrıp zamanı eritmenin derdindeler. Yaratıcılık sıfır, çaba sıfır, hırs sıfır, arayış sıfır. Çünkü çalışmıyor takım, çünkü başarıyı kovalamak gibi bir dertleri yok.

Tribünden izlerken en iyi gördüğünüz şey, televizyonda kadraja sığmayan oyuncuların ne yaptıkları. Top Sabri'ye, Selçuk'a, Yasin'e, De Jong'a gelince, herkes düşünüyor ki boş adam yok ki geriye veriyorlar, Hayır, tam aksine boş adam olsa bile vermediler çoğu zaman. Boş adam da olursa Yasin, olursa Bruma. Çünkü Sneijder, Podolski, Selçuk ve De Jong'un alan değiştirme, boşa kaçma gibi bir dertleri yok dediğim üzere.

Yine topu saçma bir şekilde kaptırdıktan sonra, bu sefer tehlikeli gelen rakip bir şekilde penaltı kazanmayı başardı. Ancak yine Muslera sayesinde belki puanı kurtardık. Daha sonra da Carole ve Bruma'nın bireysel çabaları ile gol geldi bir şekilde.

Ama bu bir plan değil, bu resmen tesadüfî bir goldü. Bu şekilde devam ederse Galatasaray, ilk 3'e girmesi çok zor görünüyor. Oyuncuların ve teknik heyetin kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor. Yoksa işleri çok zor.

2 Ağustos 2016 Salı

Galatasaray'ın yeni sezon forması


Galatasaray parçalıdır! Yazıya bununla başlayalım bir kere.

Nike ile ilk anlaştığımız sezon, parçalının kırmızı kısmı sol kısımda yer alıyordu. Sonraki sezon ise sağ tarafa almıştı ve sonrasında istikrarlı bir şekilde sol sarı, sağ kırmızı olacak şekilde formaları üretmeye özen göstermişti. Özellikle 2012-13 ve 2013-14 dönemindeki formalar çok beğenilmişti, çünkü çok sadeydiler ve özlenilen gerçek parçalı gibiydiler. Geçen sezon ise 2 parçalı olacak şekilde kolları da kapsayan bir biçimde yine sağ tarafı kırmızı, sol tarafı sarı bir parçalı giymiştik ki, yakasında da siyah renk görülebiliyordu.

Yeni sezonda bunca sade tasarımların aksine, çok da alışık olmadığımız bir parçalı tasarımı üretmiş Nike. Belli bir alışma süreci olacaktır, ilk başta beğenilmemesi normaldir.

Yakın çekimlerde görüleceği üzere tek ton kullanılmamış sarı ve kırmızılarda. Yatay çubukların belli kısımları aynı rengin başka tonları ile desteklenmiş. Örnek verecek olursak, sarı kısma geçen kırmızı çubukların üst kısımları açık bir kırmızı olarak görülebiliyor. Kırmızı kısmın kırmızı çubuklarında ise en iç çubuk çok koyu bir ton olarak gözüküyor.


Kollar ise çubuksuz, sade şekilde tasarlanmış. Yakada uzanan sarı ve kırmızı çizgi ise geçen sezondaki siyah çizgi gibi aynen.

Türk bayrağı ortada ve bu sezon 4 yıldızı yan yana dizilmiş şekilde ilk kez göreceğiz formamızda. Nike logosunu geçen sene kırmızı tercih etmişti Home formada, bu sezon ise beyaza dönmeyi tercih etmiş.




Forma biraz göz yorsa da, değişik bir tasarım olmuş, umarım güzel başarılar kazanabiliriz bu forma ile.


26 Mayıs 2016 Perşembe

Fotoğraflar Konuşur : Galatasaray 1-0 Fenerbahçe



Riekerink, geldiğinden beri en iyi şekle sokmak için çabaladı takımı. Biraz da şansın yardımı ile geldi buralara kadar ve almasını da bildi kupayı. En büyük mimarlarından alınan bu kupanın. En çok o hak etmişti, yürümeye mecali kalmayan takımı winner haline geri getirdi. Helal olsun hocam, çok büyüksün, unutulmayacaksın, daha nice gençler de çıkaracaksın oradan. Var ol hocam. Çok teşekkürler bu mutluluğu bize yaşattığın için.

19 Nisan 2016 Salı

Galatasaray'ı uçuruma sürükleyenler...



Uzun zamandır yazmıyordum da patladım sonunda...

Yönetenlere, bu sezon başı yönetmiş olanlara hiçbir şekilde hakkımı helal etmiyorum. Bizi bu hale getirenler inşallah en boktan durumlara düşerler, rezil rüsva olurlar...

Orospu çocuğu bir yönetim ekibi tarafından yönetiliyoruz ve koltuk sevdalıları kulübü liseliler yönetecek diye tutturup koltuklarından vazgeçmiyor. Bok çukurundayız ama resmen ülkenin özeti gibi, pişkin pişkin cevaplar veriyorlar. İstifa etmeyi düşünmüyorlar dahî...

İki yüzlü bir oyuncu grubumuz var, Ryan Donk denilen vurdumduymaz herif Kasımpaşa'da koştuğunun yarısını koşmuyor, sarf ettiği eforun yarısını sarfetmiyor, pas verdiği yere bile bakmıyor, pas vermeden önce nerede durduğundan dahi haberi yok.
Gördüğüm en şeref yoksunu futbolcu olan Hamit Altıntop var. Real Madrid gibi para babası kulüpte şirin görünmek adına sakatken alacaklarından vazgeçiyor gösteriş budalası herif. Ama buraya gelince kulüp tarihinin en zor zamanında resmen kulüp bankasını tek başına hortumluyor iki yüzlü herif... Senin rızkına sokayım...



Kulübün soytarısı Sabri var ancak uzun süre yedek kaldıktan sonra aklına çalışmak gelen ama uzun süreli forma bulmaya başladıktan sonra göt, göbek büyüten ama hala Galatasaraylıyım ayaklarına taraftara yalanan iğrenç bir herif...

Eyvallah Abi Semih var, çok türk dizisi izlemiş, duygulara oynuyor delikanlı. Korner filan diyor hakem aut verince. Kendisine edilen küfre filan eyvallah çekiyor sosyal medyada. Sonra televizyona çıkıyor, yabancı sınırlaması bir olsun diyor gerzek, sanki Ujfalusi olmasa bir baltaya sap olacakmış gibi. Kendisini o noktalara çıkaran sanki Yekta Kurtuluş...

Mustafa Denizli var, akbaba gibi adam. Takımın çölde ölmesini bekleyip etine kemiğine dadanıyor hemen. Önce fiyakalı laflar ediyor, sanki dün şampiyon olmuş. Yok karabulutu onun için sismiş filan. Galatasaray'a en zor zamanında en ufak bir şey dahi vermeden, ama paraları cukkalayarak gidiyor. hatta gitmeden enfeksiyonu Donk'u da bırakıyor ölü bünyeye ki bir daha hiç kalkamasın kulüp bu rezil halinden.

Kaptan dediğimiz Selçuk var ama sadece pazubandı takıyor adam. Maç öncesi veledin tekiyle muhabbet ediyor, takımı ateşle desen pısırığın teki.
Tepki koy desen tırsınca kendi formasını çıkaracak kadar vurdumduymaz. Galatasaray'ın karakteri değil, yanlış kaptan.

Ve en pisliğine geleyim, ultrAslan denilen göt yalama grubu. Hiçbir baltaya sap olamadıkları gibi, kendilerine haksızlık yapılırken her yere söven, bağıran, çağıran ama rakip hakem hatası ile 7 kişi kalınca rakip ile taşak geçip, topu bize attıklarında o topla çevirdiğimiz paslara oley çekecek kadar gamsız bir güruh. Aynısı kendilerine yapılsa ortalığı aleve verir bunlar. Galatasaray'ın en büyük utanç kaynağı bunlar. Her maç ortalama 6-7 koltuk benim oturduğum tribünde kırılıyor. sonra kulüp neden transfer yapmıyor oluyor...

Bu grup öyle bir grup ki sene başında Sercan Yıldırım'ı yuhalayıp, Omar Niasse'ye burun kıvırıp, 19 yaşındaki Rodriguez'e asist yaparken ıslık ve yuhalama yapan, Bruma'yı yuhalayan, Avrupa maçında Burak Yılmaz gol atarken anons esnasında Burak'ı yuhalayan, Galatasaray'a değil kendi menfaatlerine oynayan şekilci bir grup. Taraftar filan değiller.

Sonra bu herifler çıkıyor neden oyuncumuz yok, neden forvetimiz yok diye laf yapıyorlar...

Kulüp tarihinin en rezalet sezonunu geçirirken de sesleri çıkmıyor. Duruyorlar öylece... Strasbourg biletlerinden 10'ar tane alıp karaborsa satmanın derdinde her biri... çünkü Galatasaray nereye gitmiş, onların umurlarında dahi değil ki...

Bu kulübü bu hale bu koşullar getirdi... 
Maalesef hala yapılan hiçbir uygulama yok ne yazık ki... Sonumuz hiç hoş görünmüyor. 

Hayırlısı olsun demekten başka ne çare...

2 Şubat 2016 Salı

Türk Futbolundan Bir Yunan Geçti...

Gekas'ın maalesef Sion'a transfer olduğunu öğrendim. Kendisi Samsunspor'a transfer olduğunda, ilginç bir şekilde karşılamaya gelmemişti hiçbir Samsunspor taraftarı. Havaalanında kendisini karşılayan 2-3 Galatasaraylı futbolsever vardı...


O zaman tahmin edemezdik ki, bu adam bir Fenerbahçe maçında hat-trick yapacak, oynadığı her sezon gol krallığında zirveye oynayacak, gittiği her takımda goller atacak, hatta Akhisar taraftarı tarafından ilahlaştırılacak! Öyle bir adamdı Gekas...

2014 Dünya Kupası son 16 maçında Kosta Rika ile Yunantan arasında oynanan maçta penaltıyı kaçırınca kaçımızın canı yanmadı?..

Şu video ile yazıyı bitirmek istiyorum...


18 Ocak 2016 Pazartesi

Transferde Latin Amerika...

Hazır Benitez transferi gündemdeyken aklımdaki bir yazıyı yazmak istedim. Güney Amerikalı oyuncuları severim, Avrupalı oyunculara göre oyunları daha bir görsel şölen niteliği taşır. Tabii bu daha iyi oldukları anlamına gelmiyor. Görselliğe bu kadar önem verirken, taktiksel fundamentali tam anlamı ile oturtamıyorlar kafalarına iyi bir eğitim alamadıklarında. Bu eğitim altyapıda da olabiliyor, profesyonel oyuncu olduklarında genç zamanlarında aldıkları tecrübeler ile de olabiliyor.

Türkiye'ye doğrudan Güney Amerika'dan gelip de başarılı olmuş futbolcu sayısı az maalesef. Çünkü futbol burada taktiksellikten çok sahadaki hırs ile oynanıyor. Hal böyle olunca da daha evvelden taktik eğitimi almamış bir oyuncu seviye atlayamıyor. Anadolu takımlarından başlamak istiyorum öncelikle. Önceki günlerde Pablo Martin Batalla Bursaspor'a geri döndü. Kuşkusuz Bursaspor tarihine adını altın harfler ile yazdırmış bir oyuncu. Kulübü ligdeki tek şampiyonluğuna taşımış, daha sonra da o şampiyonlukla gidilen Şampiyonlar Ligi'nde takımın tek golünü atmış bir isim Batalla. Kendisinin Avrupa'da oynadığı tek takım Bursaspor. Buna rağmen oyun görüşü, oyun bilgisi üst düzeydi kendisinin. Zamanında da yanında Ertuğrul Sağlam yönetiminde iştahları kabarmış Volkan Şen, Sercan Yıldırım ve Ozan İpek gibi atak oyuncuları da olunca onları çok güzel kullandı. Gol attırdı veya attı ama takıma yararı yadsınamaz bir gerçekti. Ben Batalla'nın bir istisna olduğu kanaatindeyim. Peki başka istisnalar var mı? Tabii ki var.


2013-14 sezonunun ara transfer döneminde gelen Alex Telles var mesela bu istisnalardan. "Sonunda sol bek olan bir sol bek!" nameleri ile karşılanmıştı Brezilyalı 2014 Ocak ayında İstanbul'a inerken. İlk başlarda tecrübesizliği bariz bir şekilde yansıtıyordu, fiziğini kullanmayı bilmiyordu, hatta çoğu maçta onu kayıp düşerken görmek mümkündü, çünkü denge problemi olduğu barizdi. Ama onu istisna haline getiren ve Galatasaray'dan Inter'e transfer ettiren olay halen de kendisinin oynadığı takımı çalıştıran Roberto Mancini'ydi. Galatasaray'a kendisi transfer etti, Inter'e de kendisi geri aldı. Acaba kendisi ile Mancini arasında bir Emerson-Capello bağı olur mu bilmiyorum. Sanırım Emerson aşırı bir görev adamı olduğu için sürekli yanına alıyordu Capello, kim bilir? Ama Telles'i özel yapan hem çok genç yaşında gelmesi hem de Mancini gibi bir hoca ile çalışması oldu. Kendisinin transferinde kendisi ile adı geçen Carlinhos Galatasaray'a gelseydi Inter'e filan gidebileceğini zannetmiyorum, çünkü Carlinhos zaten Telles Galatasaray'a geldiğinde 26 yaşındaydı. Neredeyse kariyerinin yarısına yakın bir bölümü Brezilya Ligi'nde geçirdiği için, ilk başta bahsettiğim o fundamentalin kafasında hiç gelişmediği kanaatindeyim. Bunun yanında Telles ile kabaca aynı zamanlarda Beşiktaş'a getirilen Ramon Motta, ilk başlarda Telles'ten çok daha ileride gözüküyor olsa da, şimdilerde kendisi Antalyaspor'a transfer olmuş durumda. Yine oyun bilgisinin, temelin yaşa göre nasıl değişkenlik gösterdiğini kanıtlayan bir olay Motta ve Telles olayı. 
Zamanında yine Güney Amerika'dan alınan ve başarılı olamayan çok da uzak olmayan bir Ontivero örneği var. Hala başarılı olma şansı var bana göre. Ama kendisinin sürekli her sene başka bir takıma kiralanması da kendisini sürekli başka bir yere adapte olmak zorunda bırakıyor o genç yaşında maalesef. Kalite olarak fena olmayan bir oyuncu ama fiziksel dezavantajı(1.67'lik bir boyu var) var. Bunu kendi avantajına dönüştüremeyince de maalesef kalitesi saha içerisinde kayboluyor. Mesela Sneijder de çok kısa bir oyuncu, ama buna karşın boyunu avantajına çevirmeyi çok iyi biliyor. Çevikliği üst düzeyde o yaşında bile. Kendi ekseni etrafında müthiş bir çabuklukta dönebiliyor. O harika paslar da bu dönüşler sonrası çıkıyor çoğu zaman.

Bir başka isim de Marcelo Adrian Carrusca... Kendisi şu anda 32 yaşında ve Avustralya Ligi'nde oynuyor. Galatasaray'a 2006 yılında Meksika takımı Cruz Azul'dan geldiğinde 22 yaşındaydı ve belli bir kumaşı vardı. Belki de o dönemde başka bir yıldız olan Arda'nın olağanüstü çıkışı ve ondan formayı adeta yırtarcasına alması kendisinin Galatasaray'da bulunduğu 2 sezon boyunca toplamda 22 maçta oynamasına sebep oldu. Oynadığı maçlarda da vasatın çok üstüne çıkamadı. Hem Gerets ile hem de Karl-Heinz Feldkamp ile çalışmış olmasına rağmen tutunamadı burada.


Doğrudan Güney Amerika'dan gelenlerde bu tip problemler yaşanabiliyor, ancak ülkeye gelen en başarılı ikinci oyuncu da bir Güney Amerikalı! Alex de Souza bu ligde olağanüstü başarılara imza atmış ve bir Türk takımını Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline taşımış bir oyuncuydu. Ama onu özel yapan, zaten hali hazırda dönemin en üst düzey isimleri ile Brezilya Milli Takımı'nda oynamış olması ve oyun bilgisini zaten halihazırda geliştirmiş olmasıydı. Bir de oynadığı dönemde Fenerbahçe bir Brezilya ekolü oluşturduğunda işleri onun için çok daha kolaylaştırmıştı, sahada dilini konuşabildiği çok sayıda oyuncunun olması, sahadaki iletişimini ve oyununu üst düzeye taşımıştı. 
Alex'in Fenerbahçe'ye gelişinden sonra Galatasaray'a gelen iki Brezilyalı ofansif orta saha oyuncusu, Cassio Lincoln ve Elano Blumer de Avrupa deneyimi tatmış oyunculardı. İkisi de zamanında takıma katkıda bulundu ve olabildiğince tutunmaya çalıştı. Lincoln sorunlu karakteri olmasaydı çok daha yükseklere tırmanabilirdi. Skibbe ile başlayan sezonda olağanüstü istatistiklerle giden Brezilyalı, Bülent Korkmaz'ın gelişi ile dramatik bir düşüşe geçti.

Galatasaray'da daha önce o mevkiiye alınan bir başka Brezilyalı Felipe Loureiro kendine has kaliteli kumaşı olan bir oyuncu olsa da o da direk Güney Amerika'dan getirilen ve tutunamayan bir başka oyuncuydu...

Peki bunca örnek varken önümüzde, Benitez transferi Galatasaray'ın bu zor sürecinde ne kadar mantıklı?..