16 Aralık 2013 Pazartesi

Bir Tür Roman Bu...

Kuralar çekiliyor, Galatasaray, Chelsea ile eşleşiyor... İlk maç TTArena'da oynanıyor... Çok hareketli geçen maçta Galatasaray kalesini gole kapatıyor... 61. dakikada Selçuk İnan'ın uzaktan şutu ile Galatasaray 1-0 öne geçiyor... Daha sonra ataklar oluyor da oluyor... Ancak maç 1-0 sonuçlanıyor... 6 gün sonra Galatasaray, Stamford Bridge Stadyumu'na gidiyor... Tüm stadyum masmavi iken, bir kısımda sarı kırmızılı destekçilerimiz gözüküyor... Maç başlamadan tribünler Didi'yi çağırıp selamlıyorlar... Maç başlıyor... Chelsea atak üstüne atak ile maça başlıyor... Derken 22. dakikada Fernando Torres, adaşı Fernando Muslera'yı bir plase ile avlıyor... Chelsea 1-0 öne geçiyor... İlk yarı Galatasaray başka gole geçit vermiyor... Daha sonra yine atak üstüne atak yapan Chelsea ceza sahasında topla buluşuyor, Chedjou rakibini yere düşürüyor ve Chelsea penaltı kazanıyor... Frankie topun başına geçiyor ve her zamanki gibi klas bir şekilde topu ağlara gönderiyor... 2-0 oluyor durum... Dakikalar 73'ü gösteriyor... Frankie'nin golü ile taraftarlar büyük bir sevinç yaşıyor... Chelsea yine etkili gelmeye başlıyor... Eden Hazard, Eboue'yi geçip sert şutunu kaleye gönderirken direkler geçit vermiyor... Daha sonra Juan Mata uzaktan şansını deniyor ancak top çok az fark ile dışarı gidiyor... Dakikalar Galatasaray aleyhine işlerken artık tabela 90'a yaklaşıyor... Dakikalar 89'u gösterirken Lampard'ın arapasını Semih Kaya kesiyor ve Galatasaray atağını başlatıyor... Top anında Felipe Melo'ya geliyor, ıslıkların arasında Melo topu uzun bir şekilde Didier Drogba'ya gönderiyor... Göğsünde yumuşattığı topu, dönerek çok sert bir şekilde Petr Cech'in koruduğu kaleye gönderiyor... Zaman yavaşlamış, mavi formalı binlerce kişi topun gidişini yürekleri çarparken izlerken, Cech topa doğru hamlesini yapıyor... Parmaklarının ucu ile topa temas etmeyi başarsa da, yıldızlı o top, masmavi stadyumun, bembeyaz fileleri ile buluşuyor... Chelsea taraftarı düşünceli... Golün ismi Didier Drogba... Sevinmiyor Fildişili Yıldız, ancak bunun yanında suskunluğa bürünen mavi stadyumdaki binler, bir anda bu golü ve efsaneyi alkışlamaya başlıyor... Mourinho koltuğundan kalkıyor ve eldivenlerini çıkararak eski öğrencisini alkışlamaya başlıyor... Chelsea'li futbolcular yıkılıyor... Galatasaray farkı 1'e indirirken, hakem bu karşılaşmanın bitişini belirleyen o son düdüğü çalıyor... Alkışlar yeniden başlıyor... Didier, stadyumu, eski evini selamlıyor... Wesley Sneijder de eski hocasına, Jose Mourinho'ya sarılıyor... Herkes soyunma odasına giderken Didier Drogba unutulmayanları akla tekrar kazıyor...



8 Aralık 2013 Pazar

Çizgi Dışı: Düzlüğe Çıkıyoruz...

Gelecek nesiller adına endişeliyim... Endişeli olma sebeplerimden biri de duyarlı olmam... Çünkü şu sıralarda ülkemizde yaşananlar bazı kesimleri ve o kesimlerdeki gençleri maalesef çok olumsuz bir yönde etkilemekte... Çoğunun aslında hiç bir suçu yok... Ancak bir söz vardır ya hani, "İnsan, anne ve babasını seçemez." diye... O sözün anlamı burada daha iyi anlaşılıyor... Bu ülkedeki yanlış oyunlara alet edilenlerin büyüttüğü bu gençler bu yanlış politikaların esiri haline geliyorlar... İlk olarak aileden öğretilen bu yanlışlar, daha da yanlış politikaların esiri olmuş devletin okullarında eğitim alıyorlar ve ilk kez topluma çıkan bu gençler yanlışları ilk kez burada birlikte paylaşıyorlar... Dümdüz bir şekilde okullarda eğitim gören gençler, bu ilk eğitim sırasında dümdüz yazmayı bile öğrenemeden bu ilk aşamaları geçmiş oluyorlar... Ben kendimce, okulların ilk yazı eğitimini verirken düz yazı yerine, el yazısı eğitimi verilmesinin bir planın sadece küçük bir aşaması olduğunu düşünüyorum... Bunun bir sonraki aşaması sağdan sola yazmak olacaktır büyük ihtimalle... Gerisini siz düşünün... Bu dümdüz olmayan yazılarla, dümdüz eğitim alan gençler daha sonra dümdüz liselere gidiyorlardı... Onun adını da dümdüz olduğu anlaşılmasın diye, Anadolu olarak değiştirdiler... Dümdüz Anadolu liselerinde de, aynı sorgulatmayan eğitimi aldıktan sonra bu gençlerin tek görevi üniversiteye girme sınavını kazanmak oluyor... Bazı dümdüz olanlar bu aşamada pes ediyorlar... Lise mezunu olarak da hayata devam edilebiliniyor en nihayetinde... Daha sonra bu düz insanların çoğunu sokakta görüyoruz hepimiz... Dümdüz eğitim aldıkları için yaşadıkları dünyayı bile dümdüz sanıyorlar... Sorgulama aşaması hiç bir zaman var olmuyor... Daha sonra da sokaktaki vatandaşa soru soruyorlar muhabirler... Cevabı almak için mikrofon uzatılınca ahaliyi güldürecek saçma yanıtlar veriliyor... Ağlanacak halimize biz bile gülecek hale gelirken, bu düzen böyle devam ediyor... Umarım er ya da geç düzeliriz...

                                                                                Umut Naderi -

Ya siz ne düşünüyorsunuz?..

5 Aralık 2013 Perşembe

Türk Futbolundaki Sorun... Gaza Basmak...

Dün ve ondan önceki gün gördük ki, Gaziantep Büyükşehir Belediyespor, Fethiyespor, Balıkesirspor gibi PTT 1.Lig'de dahi elle tutulur bir başarıya sahip olmayan kulüpler, bizim Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor gibi takımlarımızla resmen dalga geçtiler... Belki Gaziantep B.B. maçta turu geçemedi ancak bu maçlar Türkiye futbolu adına adeta ders verir nitelikteydi...

Aslında kastettiğim şey 3 büyük kulübün rezil oynaması değil, bir alt ligdeki kulüplerin, sadece bir maç için bu performansı sergilemesi... Evet, Türk futbolundaki sorun malesef bu... Kalıcı başarı sağlanamıyor malesef... Çünkü Türk futbolcuların büyük çoğunluğu, gaz ile oynamaya alışmış... "Hadi koçum, aslanım, kaplanım, yaparsın sen, en büyük sensin, tutan yok seni, koçum benim..."lerle, futbol bu halde malesef... Adamlara yetenek aşılamak ya da varolan yeteneği geliştirmek yerine maçlara oyuncuları gazla çıkarıyorlar malesef...

Gaziantep B.B. oyuncuları; hiçbiri Süper Lig seviyesinde değiller... Peki neden salı akşamı bazı ataklarda adeta Galatasaray'ı darmadağın ettiler? İşte bu gaz ile... Yeteneksiz oyuncuya "hadi koçum"u bastırdığın takdirde, pohpohladığın takdirde o oyuncudan vasatın üstünde performans alman mümkün... İyi de bu bir yere kadar... Yeteneğin olmadan nereye kadar gelebilirsin ki?..

Galatasaray da Sabri Sarıoğlu, Fenerbahçe'de Selçuk Şahin, Beşiktaş'ta İbrahim Üzülmez bu tip oyuncular malesef... Real Madrid maçında oyuna girip Wesley Sneijder'e tam Sneijder gibi bir asist yapınca, Deli İbo sol kanatta rastgele 4 kişiyi geçince, Selçuk Şahin 40 metreden Galatasaray ağlarını havalandırınca herkes onların belki bir ihtimal gelecekte de aynı performansı kesintisiz şekilde gösterebileceğini düşünüyor... Malesef bunlar hep bizim mentalitemizden kaynaklanıyor... Altyapılarımızda yeterli profesyonel eğitim verilmiyor, bunun yanında Anadolu kulüplerinde oynayan oyuncular üst sıralara çoğu zaman bu gaz ile gelebiliyor... 2008 dönemindeki Sivasspor'u örnek göstermek tam yerinde olur... Antrenör, Bülent Uygun, en kaliteli futbolcusu diyebileceği oyuncu, Mehmet Yıldız... Diğer vasat üstü oyuncular; Muhammed Ali, Musa Aydın, Sezer Badur... Şimdi bu oyuncular, bu gaz ile resmen ilk devreyi 1. olarak tamamladılar... İlk önce diyor insan; "Maşallah, ne kaliteli takım kurmuş Bülent Uygun." diye... Ama sonra görüldü ki, bu saydığım oyunculardan;
Mehmet Yıldız Eskişehirspor'a ardından Karabükspor'a,
Musa Aydın Bucaspor'a ardından Antalyaspor'a,
Sezer Badur Trabzonspor'a ardından Gaziantepspor'a,
Muhammed Ali Kurtuluş Diyarbakırspor'a ardından Adanaspor'a gittiler...

Şu anda hiçbiri ön planda değil bu dört oyuncudan... Neden? Çünkü gaza getirilen başka oyuncular var... Onlar da vasat altı olacak belki ileride... Ligimizin kalitesizliği de bu yüzden işte...

Fiziksel gücünü kaybedince oyuncularımız yeteneği olmadığı için köreldikçe köreliyor, bal yapmayan arı misali ligde ne kadar Anadolu takımı varsa hepsini turluyor kariyeri boyunca, daha sonra da sessiz sedasız şekilde futbolu bırakıyor... Kimse de anlamıyor... Bu adama ne oldu diye...

Gaza getirilen oyuncular da kendilerini yeterli sanıp çalışmıyorlar...

Profesyonellik kavramı bu yüzden bizde yok işte... Türkiye'de fiziği iyi olan ve gaz verdikçe şişirilen oyuncular gazın etkisi bitince hantal insanlara dönüşüyorlar, futbolcu demeye bile bin şahit istiyor bazen...

Bazıları da var ki; 37 yaşında Serie A'nın tozunu dumanına katabiliyor...


Umut Naderi -






24 Kasım 2013 Pazar

Tecrübeler Eskimez

Dünkü maçlarda görüldü ki, maç içerisinde takımın için ve kendin için fayda sağlamanın yaşı yok... Hangi maçlardan mı bahsediyorum? Öncelikle; Galatasaray - Sivasspor karşılaşması... Didier Drogba, kağıt üzerinde 35 yaşını doldurmuş olarak görünüyor... Ancak fiziği ve formu bu sezon başından beri olağanüstü... Bu sezonu Arsenal karşılaşması ile açıp, Süper Kupa'daki Fenerbahçe mücadelesi ile devam etti ve şimdi 12. Hafta kendisi için sonlanmış durumda... İnanılmaz bir formu var kendisinin...

Dün de kendisi oyuna ikinci yarının son 10 dakikası içerisinde dahil oldu... Oyuna girer girmez çalımı ile iki kişiyi geçerek kaleci ile karşı kalmayı başardı... Daha sonra da şut tercihi yerine topu saklamayı düşündü ve düşürüldüğü anda rakibine kırmızı kart ile oyun dışında bıraktı... Belki kendi başına kazandığı penaltıyı, kendisi gole çeviremedi ancak, bu olaydan kısa bir süre sonra da sol kanatta yine topu saklayıp bu sefer de bir diğer rakip oyuncuyu bu sefer de ikinci sarıdan kırmızı kart ile oyun dışına itmeyi başardı...



Bazıları egoist sanıyor... Karşı ordunun iki askerini saf dışı bırakmak egoistlik midir sizce?..

... ... ...

Gelelim gecenin ikinci maçına, İngiltere'ye, başkent derbisine dönüyoruz... West Ham United, evinde Chelsea'yi ağırladı... Bir tarafta Premier Lig'in safralarını bir takımda biriktiren West Ham, diğer tarafta ise kadrosunu her geçen gün güçlendiren Chelsea vardı... Maça West Ham baskılı başladı ancak, genç Oscar'ın tek başına olaya dahil olup aldığı penaltı maçın ibresini Chelsea yönüne çevirdi... Penaltıda topun başında ise artık genç olmayan ancak tecrübe kelimesinin çok yakıştığı adam vardı... Frank Lampard... Sert ve düzgün vurarak topu ağlara gönderdi ve o gün, futbol kariyerini adadığı Chelsea'den önce oynadığı tek takıma golünü attı... Daha sonra yine genç Oscar'ın çabası ile uzaktan vurulan şutta gol geldi... Chelsea için 2-0 olmuştu skor... Dakika 81'i gösterdiğinde ise yine tecrübe sahneye çıktı, boşta kalan topa uzaktan sert, düzgün ve güzel bir vuruş yaparak farkı 3'e çıkardı... Bazı tecrübeler hiç eskimiyor...


27 Ağustos 2013 Salı

Analiz: Burak Yılmaz



Kendisini ilk iki haftada izleme fırsatı bulduk... İkisinde de 90 dakika mücadele edebildi "Kral"... Peki ne yaptı bu 180 dakikada?

İlk maçta bir kere eski Burak Yılmaz'ın yerine biraz daha egolarından arınmış bir Burak Yılmaz gördüm ben şahsen... Sneijder'e yaptığı asisti ele alalım... Burak gol atmayı seven bir oyuncu... Eskiden olsa, ceza sahasında topla buluşur buluşmaz ilk düşüncesi kale olan Burak yerine, ondan ziyade, daha mantıklı hamleler yapan bir Burak gelmiş... Ceza sahasında topu kazansa da bu kez roller değişti ve Burak Yılmaz, Sneijder'e asist yaptı... Bunun bir benzerini Drogba'nın Akhisar'a attığı golde görmüştüm... Drogba'ya açtığı orta muazzamdı... Sonuç olarak Burak kendisi adına sezonun ilk istatistiğini asist yönünde kullanmayı tercih etti, doğru da yaptı... Bireysel düşünmek yerine takım adına düşündü...

Daha sonra maçın ikinci yarısında kazanılan penaltıyı kendisi kullanmayı istedi ve onu da güzel bir vuruşla gole çevirdi... İlk maçında 1 gol 1 asist yaptı "Kral"...

Gelelim ikinci maça, zorlu Bursaspor deplasmanına... Maça kafası rahat başlamıştı Burak ve ilk yarıda Sneijder'den öyle güzel paslar aldı ki, bu seyir zevki veren pasların ardından kaçan pozisyonlarda taraftar, Burak'ın her zamanki gibi kafasını tutmasını seyretti... Kaleci Frey'in kaleyi terk ettiği pozisyonda Burak aslında tüm eforu ile koşsaydı topa dokunabilirdi, ancak Frey'in kontrolsüz çıkışından dolayı topa hamle yapmaktan çekindi, korktu... Daha sonra ise beklenmeyen gerçekleşti, Hamit kalabalığın arasından Burak'a gol pasını verdi ve akabinde Burak kaleye sadece bir vuruş yaptı... Bunu bitirici bir vuruş olarak görmedim, çünkü Frey ters köşeye yattı golde... Bu gol ile birlikte Burak Yılmaz 2 haftada, 2 gol, 1 asist gibi kendisine yakışır bir istatistik yaptı...

Bursaspor maçında Drogba'nın çıkışından sonra Burak'ın etkinliği sıfırlandı... Çünkü Drogba, oyun boyunca sürekli Bursaspor'un uzun boylu stoperi Civelli'yi üzerine çekiyor, Burak'a etkin alan yaratıyordu, Burak da dalgın savunmanın arkasına koşularını yapıyordu... Bu koşuları Burak yapmaya bayılıyor elbette... Ofsayt sıkıntısı sanırım hala çözülmemiş... Ancak Sneijder ile tam tandemi tutturursa artık saniyesinde o paslar geleceği için, daha az ofsayt göreceğiz...

Ofsayt demişken Burak'ın maçtaki bir ofsayta da Drogba yüzünden düştüğünü belirtmek isterim... 3 Bursasporlu oyuncu arasında kalan Drogba, topu ayağından ya çıkaracaktı, ya da kaptıracaktı ki, birinci seçeneği tercih etti, ancak Burak henüz ofsayt pozisyonundan çıkmamıştı ve bir ofsayt istatistiği yazılmış oldu Burak Yılmaz'a böylelikle...

Burak Yılmaz'da gözlemlediğim en önemli eksiklerden birisi de, "gelişine vuruş" sıkıntısı... Kendisi sürekli kendisine atılan topları önce kontrol edip vurmaya eğilimli... Bu aslında çok kötü bir şey değil, çünkü kendisi garantiye gitmeyi tercih ediyor böylelikle, ancak bunu da tam yapamıyor... Top kontrolü çok kötü... Bunun neden olduğunu anlamıyorum, çünkü Burak futbola kanat olarak başlamış bir futbolcu ve bu yaşında kontrol sıkıntısı çekmesi gerçekten şaşırtıcı... Ancak, Burak da gelişine vurmayı kaparsa, gelecek yıllarını da heyecanla izletir... Galatasaray taraftarı bu "gelişine vuran" kişilere aşinadır... Ümit Karan olsun, Necati olsun... Hele ki Ümit Karan sürekli denerdi ve sonucunda da kaleyi bulduğunda inanılmaz goller çıkardı ortaya... Çok kere de vole/rövaşata denerken tehlikeli hareket ile topu rakibe teslim ettiğini de biliyorum elbette...

Burak iyi başladı lige, umarız böyle devam eder "Kral"...

25 Ağustos 2013 Pazar

İstatistik: STSL 1. Hafta


Erkan Zengin (Eskişehirspor)
Muhammet Demir (Gaziantepspor)



Burak Yılmaz (Galatasaray)
Wesley Sneijder (Galatasaray)

Mert Nobre (Kayserispor)
Sefa Yılmaz (Kayserispor)









































21 Ağustos 2013 Çarşamba

Fatih Terim ve Milli Takım

Olmaz! Olmamalı!.. Bu ülkenin tarafsızlığına gölge düşürür... Hem Galatasaray'da hem de Milli Takım'da mı çalışacak?.. Bu ancak tartışılacak seviyede bir konu olmalıdır, gerçek hayata geçirilmesi bile faciadır!..

Biz en başında millet olarak belirli bir kültürel olgunluğa erişmemiş bir toplumuz... Bu ne demek oluyor?.. Yani verilen kararların kişinin menfaati üzerine mi yoksa toplumun menfaati üzerine olduğunu anlayamayacak düzeyde bir topluma sahibiz...

Diyelim ki Fatih Hoca geçti Milli Takım'a... Alper'i kadroya almadı, çekti mi Fenerlilerin tepkisini üstüne? Güzel... Varan 1... Maçtan kötü bir sonuç çıktı mı? Yine bir tepki... Varan 2... Farklı bir senaryo da olabilir... Hoca Semih Kaya yerine Bekir'i oynattı mı? Herkes düşünecek Semih'i oynatmadı çünkü taraflı gözükmek istemiyordu diye... Semih sırf tarafsız görünmemek için oynatılmayan bir oyuncu diye düşünecek herkes... Çekti mi Galatasaraylıların tepkisini de üstüne? Varan 3...

Maalesef bizim milletimizin kafası böyle çalışıyor... Her kararın arkasında bir kumpas arayışı içinde milletimiz... Yok Arda'yı oynattı demek ki Galatasaray'a alacak, yok Selçuk'u oynattı çünkü Alper Fenerbahçe'nin futbolcusu... Ancak sadece adam takımın başarısını istiyor ancak anlatmak mümkün mü bu ülkenin cahil insanına?

Ayrıca insanımız yine bu teklifi götüren mecranın, tekrardan Galatasaray'ın üzerine bir oyun oynadığını düşünüyor... Tabii ben de bilmiyorum ancak inanmak istemiyorum... Buna inanmak yine yukarıda bahsettiğim mevzuya tekabül ediyor maalesef ki... Herşeyden bir sonuç çıkarma arayışında ülke insanımız... Doğruyu yapsa bile sorgulanacaktır bu ülke insanı... Öğretilen budur yıllar içerisinde... Değiştirilemez bir olgu maalesef...


13 Ağustos 2013 Salı

Unutulmaz Reklamlar #1


Gerçekten çok özel bir reklamdır bu yukarıdaki... Her reklam gibi yapmacık değildir... Gerçek hayattan alıntıdır bu reklam... Düşündürür... Sonunda da gözlerin dolmasına neden olur... O çocuğun şu anda ne yaptığına dair bir fikrim yok... Ancak 2001 yılı sonunda, yaklaşık 10 yaşında ise şu sıralarda 22 yaşı civarında ve bir dizide oynuyor olabilir... Yolu açık olsun...

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Fotoğraflar Konuşur: Galatasaray: 1 - 0 :Fenerbahçe


Bunun altına aslında yazmak istemiyorum, çünkü bir kare herşeyi anlatıyor... Maçın belki de kahramanı Mert'ti... Sayısız kurtarışı vardı maçta... Ancak hatalı savunma, gereksiz kırmızı kart, onun bile yapacak birşeyinin olmadığını gösterdi... Maçta yenilen taraftaydı Mert, ama aslında o maçta ne kadar çok şey kazandığını gösterdi... Geçen yılki Süper Kupa'nın aksine, Mert bu sefer o hatalı çıkış yapan, bire birde gol yiyen kaleci olmadı... Savunmasının azizliğine uğradı genç file bekçisi... Onca emeği kupayı Fenerbahçe'ye kazandırmaya yetmedi... Mert Günok'u buradan blogumdan tebrik ediyor, selamlıyorum... Daha uzun bir yolun var genç adam!

11 Ağustos 2013 Pazar

Tutunamayanlar #2 : Álvaro Recoba

Tutunamayanlar yazımın ikincisi bu yazı, bu sabah Football Manager oynarken kendisine denk geldim ve yazı yazmaya karar verdim... Huzurlarınızda Álvaro Recoba...



Tam adı, Alvaro Alexander Recoba Rivero olan arkadaşımız, 17 Mart 1976'da Uruguay'ın başkenti olan Montevideo'da dünyaya gelmiş... Küçük bir çocuk iken futbol tutkusu ile büyüyen Alvaro, şehrinin nacizane kulüplerinden biri olan Danubio'da futbol hayatına ilk adımı atmış... Beş yıl kadar uzun bir sürecin ardından Recoba, 1994-95 sezonunda ilk kez Danubio'nun A Takımı'na çıkmayı başarmış ve 16 yaşında ilk kez resmi maçlarda forma giymeye başlamış... Maçlardaki performansı ve muhteşem sol ayağı ile herkesin beğenisini o yaşta kazanmayı başaran Alvaro, 1996-97 sezonunda Nacional takımına transfer olmuş... 

Nacional takımındaki güzel sezonun ardından İtalya devi Inter Milan, kendisine teklif yapar ve Alvaro cüzi bir fiyata Çizme'ye yelken açar... Adından söz ettireceği yere, Milano'ya gider... O ilk maçına çıkarken, Brezilyalı Ronaldo da onun ile aynı maçta Guiseppe Meazza çimlerine İnter forması ile ilk kez ayak basar... 20 numaralı lacivert-siyahlı forması ile oyuna sonradan girerken tribünlerde ve ekranlarda kimsenin beklemediği kadar güzel bir performans ortaya koyunca, gündemden düşmez Alvaro...



Maçın ikinci yarısında top kaleye yaklaşık 35 metre civarında ayağına gelince vurmaktan çekinmez ve kaleye adeta bir füze yollar daha ilk maçında... Inter taraftarı çıldırmıştır golden sonra... Dakikalar sonra Inter bu sefer 40 metre civarından bir serbest vuruş kazanır ve Alvaro onu da muhteşem bir vuruş ile gole çevirir ve maçın skorunu tek başına tayin eder... Maçı İnter geriden gelerek 2-1'lik bir skor ile kazanmıştır...

Aynı sezon 60 metre civarından da bir gol kaydetmiştir Alvaro... Burada bir sezon daha geçirdikten sonra 1999 sezonu başlangıcında küme düşme hattında mücadele veren Venezia'dan kendisine kiralık teklifi gelir... İnter de teklifi kabul edince Recoba yeni kulübünde forma giymeye başlar...

Orada geçirdiği sezonda 11 gol, 9 asist yaparak harika bir sezon geçiren Recoba, bu çabası ile Venezia'yı da o sezon Seria A'da tutmaya yardım etmiştir...

Alvaro 2001'de kulübüne geri dönerken İtalya'da geçirdiği 5 sezonun ardından bir İtalyan pasaportuna sahip olur... Ancak sahte pasaporta sahip olduğu gerekçesi ile kazandığı İtalyan pasaportu elinden alınır ve bu olaylardan ötürü İtalya Federasyonu'ndan 1 yıl futbol müsabakalarına katılamama gibi ağır bir ceza alır... Daha sonra mahkemelerde ceza 4 ay gibi daha iyimser bir rakama çevrilir... 

Recoba bu kötü haberlere rağmen 2002'de Japonya'da düzenlenen Dünya Kupası'nda Uruguay Milli Takımı'nın formasını giyer ve turnuvada sadece bir gol kaydeder... Senegal'e grupların son maçında kaydettiği gol takımına umut verse de 3-3 biten maçın sonucunda Uruguay gruplardan çıkamaz ve turnuvaya erken veda etmek durumunda kalır...

Turnuva sonrasında Recoba, İnter ile yeni bir sözleşme imzalar ve 2006 yılına kadar İnter'liyim mesajını verir...

2004-05 sezonunda İnter 9 Ocak 2005 tarihinde kendi sahasında Sampdoria ile karşılaşır... Maça İnter çok kötü başlar ve Sampdoria'nın, Meazza'da 2-0 öne geçmesine engel olamaz... Maçın ikinci yarısında sinirler iyice gerilir ve Mancini, Adriano'yu kenara alırken Alvaro Recoba'yı sahaya sürer... Maçta son anlardır ve Recoba'nın uzaktan çektiği şutun direkten dönmesi İnter'i şaha kaldırır... Bu pozisyonun 2 dakika sonrasında Recoba, Obafemi Martins'e asist yaparken, imkansızın sinyallerini verir... Bu golden sadece 3 dakika sonra da Martins'in olağanüstü çabası ile Christian Vieri skor tabelasına 2-2'yi yazar... Herkes beraberliğin yeteceğini düşünürken, Alvaro sol ayağını konuşturur... Ceza sahasının yayında önüne düşen topa olağan gücü ile vurur Alvaro... İnter taraftarlarını coşkuya boğar... Maçın son düdüğü çaldığında skor tabelasında 3-2 yazıyordur... Yazmayan ise sonradan oyuna girip takımı sırtlayan Alvaro'dur...


2006 yılı yaklaşırken Recoba tekrar milli takımına çağrılır... 12 Ekim 2005 günü oynanan Uruguay - Arjantin karşılaşmasında sahadadır Alvaro... Maç zorlu geçer ve maçtaki tek golü kendisi ikinci yarının daha başında kaydederek Uruguay'ı 2006 Dünya Kupası elemelerine taşır... Ancak eleme finallerinde Avustralya'ya karşı oynanan maçta Uruguay penaltılarda 4-2 kaybedince Uruguay yine bir dünya kupasına katılamaz...


2006-07 sezonuna gelirken Alvaro, Inter takımından ayrılmak istediğini medyaya bildirmiştir... Gerekçe ise ilk 11'e çok az girebilmesi ve çok az maça çıkmasıdır... Bu kararın ardından sözleşmesinin son sezonunda Recoba, Torino kulübünde kiralık olarak forma giymiştir... 

Torino'daki akılda kalan en önemli maçı Coppa İtalia'da Roma'ya karşı oynadığı maçtır... Maçın ilk yarısında 20 metreden sol ayağı ile bir gol kaydederken, ikinci yarıda ise savunmanın arasına sarkarak kaleciyle karşı karşıya golünü kaydetmiştir... 3-1 biten maç o zamanlarda Recoba'nın akılda kalan en önemli maçlarından birisi olmuştur... Ancak yine ilk 11'e girmekte sıkıntı çekmektedir ve sakatlıklardan kurtulamamaktadır... İtalya'dan ayrılmaya karar verir Alvaro...

Torino'da 28 maç oynamasına karşın 7 gol kaydederek sezonu tamamlamıştır... Tam 10 sezon İnter ile geçirdiği Seria A macerası tamamlanmıştır... Alvaro İnter adına, 248 maçta 72 gol kaydetmiştir...

Bu kararların ardından Alvaro'nun yeni rotası Yunanistan olmuştur...  5 Ekim 2008 yılında Panionios ile kontrat imzalayan Uruguaylı, Panionios kulüp tarihinin en büyük oyuncusu konumuna geçmiştir... Ancak sakatlık problemleri Yunanistan'da da devam edince sezonu 5 gol ve 7 asist gibi tatmin etmeyen bir istatistik ile tamamlar...

Sonraki sezonda ise neredeyse sezonun büyük bir bölümünü sakat olarak geçirir ve bunların yanında aldığı yüksek maaştan dolayı Yunan kulübü kontratını karşılıklı feshetmeyi teklif eder... Toplantılar olumlu geçer ve 16 Aralık 2009 günü Alvaro'nun da isteği doğrultusunda Uruguaylı oyuncu serbest kalır....
2 yıllık Panionios kariyerinde oynadığı 21 maçta sadece 7 gol kaydeder ve yükseklerden düşüşün göstergesi olur... 

Sonraki sene ise bu işe başladığı yere Danubio'ya geri döner... 31 maçta 10 gol atar... Bu performansın ardından yine eski bir dost olan Nacional kulübünün kapısını çalar ve imzasını atar... 2011 sezonunda Alvaro Recoba Nacional kulübü ile anlaşır ve orada forma giymektedir... Son iki senede kendisi 35 maçta 12 gol kaydetmiştir... Sessiz sedasız bir şekilde kariyerini noktalama planları içerisindedir 37 yaşındaki unutulan yıldız... Kariyerini mahveden sakatlıkların ardından sessizce devam eden bir hayat...

Kendisine hayatının devamında iyi şanslar dileriz...

Umut Naderi




10 Ağustos 2013 Cumartesi

FIFA 14 Kapak Fotoğrafları Yayınlanıyor!









EA Sports'un en çok satan oyunu olan FIFA, 2014 sezonu için çıkaracağı FIFA 14 oyunundaki yeni yüzleri seçti... Aralarından bazıları şuanlık belli durumda... Ülke ve ülkenin ligi kategorisi altında kişileri seçen EA, yine baş koltukta Lionel Messi'ye yer vermiş bulunuyor... Almanya, Fransa, Hollanda ve İspanya gibi ünlü futbol ülkelerinin ise kapakları henüz yayınlanmadı...

Yayınlananlar ise şöyle:

Kuzey Amerika - Chicharito Hernandez                        Güney Amerika - Arturo Vidal


Birleşik Krallık - Gareth Bale                                            İtalya - Stefan El Shaarawy



20 Haziran 2013 Perşembe

Süper Lig 13 İkilileri: Lamine Diarra, Isaac Promise


Bu ikili bu sezon gerçekten Antalyaspor'u sırtlayan kişilerdi... Arkadan Tita ve Uğur İnceman'ın desteği ile bu ikiliyi besledi.... Bu takımdaşlık Antalyaspor'un Saraçoğlu'ndan farklı bir galibiyetle çıkmasına da olanak verdi...

Zaten bu tür takımdaşlıklarda, birlikteliklerde iletişim çok önemli... İki Afrikalı oyuncu bunu iyi kullandılar... Oyun bilgileri ve görüşleri de hemen hemen aynı... Pozisyonları da değişmeli oynadılar sanırsam... Forvet, ikinci forvet, santrafor arasında gidip geldiler... Nijeryalı Isaac, rakip ağlara 8 gol gönderirken 6 asist yapmış, Senegalli Diarra ise 13 gol ve 8 asist ile sezonu tamamlamış...

Seneye daha verimli olmaları temennisi ile...

yirmibir #1


19 Haziran 2013 Çarşamba

Logo Forma Bütünlüğü


Keşke kulübümüz de böyle seçenekleri düşünse yeni sezon formalarını tasarlarken... Gerçekten yeni şeyler sunmanın zamanı geldi taraftara... Bunca güzel rengi barındırırken bu çatı altında, kullanılmaması gerçekten kötü...

18 Haziran 2013 Salı

Füme Forma Tasarımı


Forma Kalıbı : Hollanda 2006 Away




ekşi #4


Recep Tayyip Erdoğan Başlığında:

Muaviye (Şam hükümdarı) ile Hz Ali (Halife) birbirlerine can düşman... Bir gün Ali'nin memleketi Küfe'den bir Arap devesiyle Şam'a gelmiş, dolaşırken bir Şamlı yanaşmış:
"ver o dişi deveyi bana!" demiş.
Devenin sahibi hayır demiş ama Şam'lı adam vazgeçmemiş. Tartışma büyümüş, Küfeli Arap, "bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir", demişse de anlaşamamışlar, iş Muaviye'ye yansımış, halk meydanda toplanmış, Muaviye, Küfe'den gelen ile Şam'da deveye sahip çıkanı dinledikten sonra, kararını açıklamış:
"bu dişi deve şamlınındır!"
Sonra toplananlara dönmüş:
"ey cemaat, bu dişi deve kimindir?"
hep birlikte bağırmışlar:
"şamlınındır!"
küfeli şaşkın şaşkın, giden devesinin ardından bakarken, Muaviye, adamı yanına çağırmış:
"ey küfeli, dinle! sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. ama sen küfe'ye dönünce gördüklerini Ali'ye anlat ve de ki:
- ey Ali, Muaviye'nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! ayağını denk alsın!"

Olgunluk Nedir?

Çocuklarla Girilen Komik Diyaloglar

aslında pek komik değil hatta hüzünlü bile sayılabilir. fakat başlık önemli değil. zaten amacım birilerinin okumasından ziyade ben unutmayayım, ilerde okuyup hatırlayıp gülümseyeyim.

üniversite hastanesinde 4. sınıf tıp öğrencisiyim. stajyer doktorum güya ama şimdilik pek birşey bildiğim yok. henüz 2 hafta olmuş zaten hastaneye geçeli, çocuk servisinden başlamışım uzuun hastane macerasına. nöbet yazmışlar geçtiğimiz haftaiçi. akşam 5'ten 10'a kadar orda bulunup intern, asistan abilerimden ablalarımdan birşeyler öğrenmeye, hasta dosyalarından bilgiler kapmaya çalışacağım. akşam 6-7 civarı servis odaları arasında dolanırken birşey dikkatimi çekti. 8-9 yataklı odada o kadar bebenin, çocuğun, hasta yakınının arasında bir tane ufaklık, oturmuş sandalyesine, elinde kumanda, kafayı kaldırmış yukardaki televizyonda at yarışı izliyor. at yarışı ha, bildiğin tjk tv açık, koşan atları izliyor çocuk. gittim yanına bir sandalye de ben çektim. başladık muhabbete.

hayırdır dedim, izleyecek birşeyler bulamadın can sıkıntısından at yarışı mı izliyorsun? yok abi dedi, ben hep izlerim. kim alıştırdı seni dedim; abin, baban falan mı hastası bu yarışların? yoo dedi ben küçüklüğümden beri kendi kendime açar izlerim. ee oğlum nasıl alıştın peki, senin yaşındakiler hep futbol hastasıdır, basketbol hastasıdır nerden geliyor sendeki bu at sevdası? biz mardinliyiz abi, dedi. köyde görürdüm, binerdim atlara. televizyondakileri göstererek; ama bunlar başka, dedi. çok güzeller ya şunlara bir baksana abi dedi (o anki gülümsemesini görmeniz lazım). e peki biliyor musun bari isimlerini, yoksa öyle kuru kuruya mı izliyosun? sormaz olaydım. ekranda gördüğü her atın anası, babası, dedesine, yaşına, kazandığı yarışların sayısına kadar tüm bilgilerini saydı. bak abi bu bilmemkim. çok iyi attı ama dört yarıştır birşeyler oldu kazanamıyor. hasta mıdır nedir, aha bu da bilmemkimle bilmemkimin çocuğu. yeni yeni yarışıyor ama geleceğin atı olacak bak görürsün. sayıyor da sayıyor. saydıkça beni şaşırtıyor. sen biraz büyüdün mü at yarışı da oynarsın kesin, tüm paranı bunlara yatırırsın dedim. durdu bi, yok dedi. ben onların üzerine bahis oynamam. sadece onlar koşsun ben izleyeyim. bunları söylerkenki yüz ifadesini görmeniz lazım. nasıl bi aşk var, nasıl bir bağlılık var. hangi atlar iyi koşuyor, arap atları mı? ben hala inanamıyorum bir çocukta bu kadar at sevgisinin olabileceğine o yüzden bilgilerini sınıyorum bir de cahilliğimi gideriyorum tabi. arap atları iyidir abi, ama ingiliz atları daha bi iyidir, daha bi hızlıdır. böyle bi koşmaya başlarlar rüzgarını bile göremezsin. çok zevklidir onların koşuşunu izlemek. onlar koşsun sabahtan akşama kadar izlerim.

çocukla konuştukça daha bir keyif almaya başlıyorum, daha bi merak ediyorum hayatını. konuşması öyle bi olgunlukta, öyle bi görmüş geçirmişlikte ki. fakat boy varsa yoksa 1.40, 1.50; kilo desen 45 i geçmez. hasta dosya bilgilerine bakıyorum meraktan. 15 yaşındaymış, adı saddam'mış. 6 sene evvel jra tanısı almış. kemik gelişimi bu yüzden erkenden durmuş, o yüzden biraz küçük kalmış. sen dedim jokey olmak istiyor musun, bak boyun kilon da uyuyordur? vallahi çok istiyordum abi. boyum, kilom, yaşım herşeyim tutuyordu. bi sınava giriyormuşsun 2 sene istanbul'da okuyup jokey oluyomuşsun. sınavı da zor değilmiş zaten, ilkokul bilgileri soruyolarmış. ama dediler günahtır ben de vazgeçtim. çok istiyordum ama allah için vazgeçtim abi. yüzünden o kadar belli oluyordu ki iki arada bir derede kaldığı. yani dünyada onun jokey olmasını hiçbir güç engelleyemeyecekkenbir tek allah korkusu engellemiş gibiydi. kimbilir belki ailesi de sırf bunu bildiği için günah demiştir. belki de herşeyiyle jokeylik için yaratılmış bu çocuk sırf anne babasının cahilliği yüzünden hayat boyu en çok istediği mesleği yapamayacaktı. o zaman sen büyüdüğünde kendi parana kendi atını alır kendin yetiştirirsin, dedim. almayı çok istiyorum ben abi. ama o köydeki atlardan değil, yarış atlarından alacam. ingiliz atı güzel attır hızlı attır ama huysuzdur, bakımı zordur. ben arap atı alacam ama yarıştırmicam. binecem üstüne, koşturacam, ama yarıştırmicam. ben kendi elimle beslerim onu abi, çocuğum gibi bakarım ona... ne diyeceğimi bilemedim o an. çocuk hayalini yaşarken o kadar mutlu, o kadar umutluydu ki. e peki ismini belirledin mi atının dedim. istiyorumki bir eksiğini yakalayayım da hayallerine bir katkım olsun, ''aa bak bunu hiç düşünmemiştim'' desin. ama herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş saddam. üç tane isim var abi aklımda dedi, üçünden birini koyacam. ya uçanyel koyacam. eski bi attı çok iyi koşuyordu, çok asil attı, öldü, ya -adını hatırlayamadığım bi isim söyledi- koyacam ya da dedi sabırlı koyacam. sabırlı benim gördüğüm en iyi attı. o bi koşmaya başladı mı herkes durur onu izlerdi dedi iç geçirerek. sanki rahmetli bir yakınından, kahraman bir tanıdığından bahseder gibiydi. bu arada cüzdanını açtı 4-5 tane gazete küpürü içinden bir tanesini verdi, al işte bak bu dedi. bi tane yarış esnasında çekilmiş fotoğraf, altında da ufak bi haber: şampiyon at sabırlı öldü.

1 saate yakın sohbet ettik kendisiyle. çok şeyler anlattı. çok şeyler öğretti bana. her defasında, daha ne kadar şaşırabilirim diye düşünürken, o bir yolunu bulup beni hayretler içerisinde bırakıyordu. nasıl bi sevgidir, nasıl bir tutkudur bu. ben 22 senelik hayatım boyunca hiçbir şeye bu kadar tutkuyla, bu kadar sevgiyle bağlanmadım. onun bu olgunlukla, bu alçakgönüllülükle duyduğu sevgi inanılmaz birşey. hayran kaldım ona. hastalığına, ağrılarına, 14 kardeşi arasında kaybolup giden yaşamına, iki karılı babasına, hastaneye tek başına gelip tüm işlemlerini kendisinin yapmasına, tüm hastalık öyküsünü kendisinin vermesine müsade eden ailesine, günahtır deyip hayallerini kestirip atan çevresine rağmen hayata, tutkularına sımsıkı sarılmış; kendi küçük, yüreği kocaman bu çocuğa hayran kaldım.

ertesi gün sabah 11 gibi yine servisteyken hemen yanına gittim iki muhabbet edeyim diye. taburcu olacakmış o gün. laf lafı açtı. aç mısın diye sordum. abi acıktım da burdaki yemekleri bi türlü sevemedim dedi. tatsız tuzsuz getiriyolar ne iştah kalıyor ne bişey. e gel aşağıya kafeteryada yemek ısmarlayayım sana dedim. yok abi dedi çıkmam yasak, zaten taburcu olacam öğleden sonra, çıkar dışarda bi tantuni yerim oh mis (mersindeyiz bu arada). iyi peki sen bilirsin dedim. ama et tantuni yeme tavuk tantuni ye, buralarda ne koyacakları belli olmaz tantuninin içine. zaten abi öyle yapıyorum, eşek eti, at eti falan koyuyolar ben yiyemiyorum dedi. durdu bi müddet, birşeyler düşündü, sonra bir kızgınlıkla başını yana çevirerek hasbinallah hareketiyle: ''nasıl koyarlar ya'' dedi. ''nasıl insanlar var. bi insan niye bi atı keserki. o güzelim atın ne zararı var da kesiyosun. bu insanları tek tek alıp hem döveceksin hem en ağır cezaları vereceksin aslında. bak bakim bi daha dokunabiliyolar mı o atlara''.

hay sen çok yaşa:)

 

17 Haziran 2013 Pazartesi

2013-2014 Sezonu Forma Önerileri #1




Galatasaray için gerçekten güzel tasarlanan formalar var bu zamanlarda... Ev sahibi forması çok erken çıktı, biz de diğer iki formayı merak etmeye başladık... Kendi yaptığım 2 tasarım var Galatasaray için... "Away" formada birçok İngiliz kulübünde kullanılan bir uygulamayı denedim... Arma rengini forma rengine uyarladım... Belki pek çok Galatasaraylı bundan hoşlanmayabilir... Ama bence bir değişiklik güzel olabilir kulübümüz adına...

Away Tasarımlar:



Logo Forma Bütünleşmesi


Bu formanın logo ile bütünleşme fikrini ilk olarak Manchester United formalarında görmüştüm... Sol tarafta resmi... Sarı-Kırmızı olan Manchester United logosu, siyah ve beyaz tondaydı... Formayı sarı kırmızı ile bozmamayı düşünmüşlerdi...
Bu gayet güzel bir düşünceydi... Deplasman formasında yenilikti bence...

Yıllar sonra aynı düşünceyi bir Chelsea formasında gördüm... Yeşil-Lacivert bir formaydı...



Orada da aynı uygulamaya gidilmişti... Yine çok güzel durmuştu forma...
Daha sonra bu takımları Liverpool, Manchester City, Arsenal, Milan vs. takip etti... İyi de ettiler... Keşke biz de böyle bir uygulamaya gitsek... Ancak itiraz edecekler elbet çıkar... Çünkü Galatasaray Arması'nda kulübümüzün iki rengi de yer alıyor... "Tek renk olursa çok anlamsız olur", "Sarı-Kırmızı olmazsa benliğimizden koparız" gibi yorumlar gelebilir elbette... Herkesin kendi düşüncesi elbet olacak... Ama yenilik de lazım...




Füme Tasarımlar:



Biliyorum şimdi diyeceksiniz ki, füme forma tasarımın "Adidas"ın AC Milan için tasarladığı formanın kopyası, ya da bu Adidas tasarımı, Nike böyle forma yapmaz diyeceksiniz...

Bir umut var elbette...

Yenilikleri bekliyoruz!..

15 Haziran 2013 Cumartesi

onüç #5


Antony Reveillere



Scout: Juan Manuel Iturbe



Evet ismi Juan Manuel Iturbe, Arjantin 1993 doğumlu sol ayaklı bir genç... Sol açık ve sağ açık pozisyonlarında oynayabiliyor kendisi... 2 sene evvel Porto tarafından getirilmişti Avrupa'ya, ancak yetersiz görüldüğü üzere tekrar Arjantin'e, bu kez River Plate'e gönderildi, kiralık olarak... Şu anda ilk 11 oyuncusu olarak orada forma giyiyor... Latin Amerika'nın en büyük ikinci futbolcu pazarı Arjantin... Bu yüzden hemen hemen her ligde Arjantinli futbolcu görmek mümkün... Premier Lig'de Agüero, La Liga'da Messi, Serie A'da Lamela, bunlara sadece birer örnek...

Juan Iturbe'yi yaklaşık 1 yıldır tanıyorum... En iyi özellikleri ise, dribblingi ve çok süratli koşması... Bir anda jet hızına geçebiliyor bu genç arkadaşımız... Savunma arkası koşularını çok iyi yapıyor... Daha çok sağ tarafta oynamayı seviyor, bunun sebebi ise şut çekmeyi sevmesine bağlıyorum... Sol ayağını etkili kullandığı için sağ kulvardan topu içeri çekerek yapacağı herhangi bir vuruş savunmaya ve kaleciye tehlike yaşatacaktır...

Arjantin'in U-20 Dünya Kupası'nda yer almasını Iturbe'yi ve onun gibilerini izlemek için çok isterdim kendi açımdan... Ancak Arjantin U-20'ye katılamadı... Ama ben eminim ki 2014 Dünya Kupası'nda Arjantin aday kadrosunda olabilecek kapasitede bir futbolcu Iturbe... Kendisini geliştirmeye ihtiyacı var biraz... Fiziğini geliştirmesi lazım... Bizim ligimizde nedense altyapılardan çıkan oyuncular hep fiziksiz, tıknaz oluyor... Emre Çolak, Salih Uçan, Anıl Dilaver ve yeni keşfedilen Serdar Gürler... Hiçbiri yapılı, güçlü bir stoperle topu omuz omuza götürebilecek kapasitede değil...


Ancak şu anda Bayern'de olan Xherdan Shaqiri'ye baktığımızda vücudunu çok ama çok geliştirdiğini görebiliyoruz...


Iturbe de kısa boylu olduğu için (172 cm) fiziki mücadelelerde altta kalmamak adına vücudunu geliştirmeli... Eğer ki kendisini bu yönde geliştirirse geleceğin en büyük yıldız adaylarından olmanın yanında Porto'nun en yüksek bonservisli satışlarından biri de olabilir...

Umut NADERİ


13 Haziran 2013 Perşembe

UEFA'nın Sopası

"Ülkede bu kadar koyun oldukça, elbet güdecek bir çoban bulunur..."
Yazan arkadaşa şapkamı çıkarıyorum buradan...

12 Haziran 2013 Çarşamba

Kesişir Hayatlar 3






İki süper solak... Kaderleri birbirlerine çok yaklaşmıştı Podolski'nin Arsenal'e transferi gündeme geldiğinde ilk kez... Daha sonra da Manchester elinden kaptı Van Persie'yi Arsenal'ın... Biri Alman, biri Hollandalı...


Kesişir Hayatlar 2








Bu da böyle bir macera işte... Çocukluk arkadaşın ile neredeyse aynı yollardan geçip, sürekli birlikte başarmak bazı şeyleri...