15 Aralık 2015 Salı

Selçuk İnan Hakkında...

Hakkında yazılan çirkin şeyleri okudukça benim de içim acıyor. Tam tüketici bir toplumuz ve ünlüleri, özellikle futbolcuları hatalarında, zor anlarında harcamak için fırsat kolluyoruz ülke olarak resmen. Sosyal medya ve onunla yönlenen insanlar adeta kin kusma makinesi haline geldiler. Çünkü kimsenin fikri dahi yok olan bitenden, sadece anı yorumluyorlar veya yorumladıklarını sanıyorlar, çünkü daha çok sürü psikolojisi ile hareket ediyorlar. "Birisi Selçuk'a mı sövmüş? Ben de sövmeliyim!" diyor adamlar. Daha üç gün olmadı Tolga Zengin'e yapılan linç. şimdi Selçuk'a yapılıyor benzeri.

Yıllar önce Arda Turan genç bir yetenek olarak sahalardayken, "Paris Hilton yakışır sana" kafasındaki, tiksindiğim taraftar grubu, Arda zamanında sinema kapattığında Arda'ya linç kampanyası başlatmıştı. Nedir bu ünlüleri çekememe derdiniz? Hep bunlar anlık tepkiler verdiğiniz için ve geneli göremeyecek kadar düşük seviyede düşündüğünüz için oluyor.

Selçuk İnan daha iki ay önce İzlanda'ya son dakikada frikik golünü attığı zaman da yazmıştım benzer şeyleri. O zaman da yine medya Selçuk'un orasını burasını yalamak isteyenlerle doluydu. Şimdi oyun kuralları içerisinde, rezil bir takım içerisinde, gol atmayı geçtim, pozisyon üretmekten dahi aciz bir takım içerisinde ceza sahası çevresinden faul almak istediği için adamın sövülmedik yeri kalmamış. Faul almak futbolda yasak olan bir olay mı? Geçen hafta da yaptı aynı şeyi. hatta geçen hafta kazandığı bu frikikte vurduğu top rakip savunmacının koluna çarptı ama verilen bir penaltı yoktu.

Vefasız diye suçlanıyor, takımının gol atması için yay çevresinde faul almaya çalışan adam mı vefasız oluyor?
Takımın neredeyse tamamının rezil rüsva oynadığı maçta kendisinin maradona gibi 5 kişiyi dizip gol atması mı bekleniyor? Beyinleriniz nerede acaba? Maçta çok kez adam geçip boşa pas çıkarmışlığı var Selçuk'un Beşiktaş maçında, diğer maçlarda yaptığından çok daha fazla hatta, ancak devamı gelmiyor maç içerisinde çünkü takım rezil bir boyuta ulaşmış, hiçleri oynuyor. Futbolun bireysel değil de takım oyunu olduğunu bilmeyen insanlar da tek bir oyuncunun ardından atıp tutuyorlar. Sneijder'in gol dışındaki tek olumlu hareketi de Selçuk'tan farksızdı, o da al ver yaptı yana ve geriye, çünkü ileride top tutacak adam yok, bireysel oynayan bir Tasin var, kazmalıkta master yapmış bir Umut Bulut var, sağda ise yokları oynayan bir Podolski var. Bu durumda kaptanın takımı kurtarması bekleniyor. çok beklersiniz.

Maç sonunda hakemden dem vurmuş, en doğal hakkıdır, herkes eleştiri hakkına sahiptir. Hakemin iletişimi kötüydü demiş, maçı izleyenler belki dikkat etmişlerdir, Selçuk'un Mete Kalkavan'ı top oyundayken takip edip bir şeyler anlatmaya çalıştığını görmüşlerdir. ancak o pozisyonda selçuk bir sonuca varamadı, normalde hakemin iyi iletişim kurup tansiyonu düşürmesi gerekmektedir. Çünkü hakem rakip değildir. Her oyuncuya eşit seviyede yaklaşması gerekmektedir.

Selçuk çok efendi bir adamdır, bunun yanında da sahada en sakin kalan oyunculardan da biridir. Ama sonuçta herkes damarına basıldığında aşırı reaksiyon verebilir, bunu takımın en soğuk adamı Hakan Balta bile yapıyor zaman zaman. Muslera bile maç gerildiğinde sinirlenip ona buna bağırabiliyor. İnsanın doğasında var. Selçuk da Mersin İdman Yurdu maçında Tita'nın kendisinin damarına basması sonrası aşırı reaksiyon vermişti zamanında ama kartına itiraz etmeden efendi gibi ayrılmıştı sahadan. Galatasaray'ın kötü oynadığı maçta kaptanın sinirlerinin bozulabileceği akıllara neden gelmiyor? Belki böyle düşünmek istemiyorlar, empati yapmıyorlar, çünkü öteki türlüsü daha kolaya geliyor çoğunluk için...

Kendisi iyi oynadığında bir tarafını yalamak isteyip, kötü oynadığında ise eleştirmek yerine söven skor taraftarları da bir zahmet yazmasınlar, bayıyor. Zaten sürü gibi aynı şeyi yazıyorsunuz. Çeşitlilik kalmamış kocaman sosyal medyada. Özgün insanlar lazım maalesef buralara...



16 Ağustos 2015 Pazar

Tarih Bir Kadroya Sığsaydı: Manisaspor #1

Bu sefer Manisaspor'da oynayıp futbolumuza değer katan kişileri yazmak istedim... Çok zengin bir kadro çıktı ortaya... Barcelona'ya transfer olmuş Arda Turan, gol kralı Burak Yılmaz, Galatasaray kaptanı Selçuk İnan ve bir sürü yetenekli ve tecrübeli isim daha...

Kalecilerden başlamak istiyorum...

Volkan Babacan, son senelerde büyük bir çıkış yaşadı ve belki de Başakşehir'in şu anda yükseği hedeflemesinde büyük paya sahip... Fenerbahçe tecrübesi de var ve zamanında daha çok forma giyebilmek adına oradan ayrıldı... Geçen sezon boyunca, Volkan Demirel'ın milli takımdan çıkarılması ve Onur Kıvrak'ın da sakat olması sebebiyle kale milli maçlarda kendisine devredilmişti... Fena da olmayan bir grafik çizdi kalesinde... Şu anda da Başakşehir adına Süper Lig'de güzel bir performans ortaya koyuyor...


Bir zamanlar Galatasaray altyapısında yetiştirilen ve daha sonra gönderilen, 2007 yılında Erciyesspor ile yıldızlaştıktan sonra Karl Heinz Feldkamp tarafından Galatasaray'a tekrar getirilen Orkun Usak, o sezon boyunca Galatasaray forması ile 21 maçta forma giydi... Oynadığı ilk 5 maçta kalesini gole kapatan Orkun Galatasaray forması ile ilk golünü seyircisiz oynanan Galatasaray - Beşiktaş derbisinde Rodrigo Tello'dan yedi...


O sezon oynanan bir başka derbide de, Semih Şentürk ve Deivid'den gol yediği Fenerbahçe - Galatasaray derbisini Galatasaray 2-0 mağlup tamamladı... Aynı sezon oynanan bir Galatasaray - Manisaspor maçında da Selçuk İnan ve Burak Yılmaz'dan goller yemiş ancak Galatasaray bu maçı 6-3 gibi farklı bir skorla kazanmıştır...
Maçtan önce yeşil sahaya çıkarken yaptığı haç işareti ile taraftardan zaman zaman tepki topladı... Maç içerisinde takındığı garip mimiklerle de zaman zaman gülünç bir hal aldı...





Koray Avcı, defansif orta saha ve stoper mevkiilerinde oynayabilen oyuncu 2005 yılının Ocak ayında Beşiktaş tarafından transfer edildi... O sezon aşırı olarak göze batmasa da, 17 Mayıs 2005 günü oynanan Fenerbahçe derbisinde, Şükrü Saraçoğlu'nda maç 3-3 berabere iken ve Beşiktaş, Oscar Cordoba'nın kırmızı kart görmesi sonucu kaleye Daniel Pancu'yu koymuş olmasına rağmen, ileri çıkıp 90+2'de attığı gol ile hafızalara kazınmıştır...


Halen Galatasaray'da forma giymekte olan Hakan Balta, Manisaspor'un altın döneminin en önemli parçalarından biriydi... Ersun Yanal döneminde bir joker oyuncu olarak kullanılan Hakan Balta, Manisaspor döneminde sol bek, stoper, defansif orta saha ve orta saha mevkiilerinde görev aldı... 2008 yılında Galatasaray'a karşı oynayan ve bu maçta da 1 gol kaydeden Hakan, bu sezonun ara transfer döneminde Karl Heinz Feldkamp tarafından Galatasaray'a kazandırıldı... Geldiği ilk dönemde Volkan Yaman'dan formayı kapan ve uzun seneler boyunca hem milli takımda, hem de Galatasaray'da formasını terletti... Euro 2008'de yarı final oynayan kadroda yer aldı... Ardından çıkan sigaralı görüntüleri sebebi ile çok eleştiri topladı, 2010-11 sezonunun başında Karpaty Lviv'e karşı oynanan deplasmanda kaçırdığı adam sebebi ile yenen golün ardından büyük eleştiriler aldı... Ancak daha sonra Fatih Terim ile terkar çıkış yakaladı... Terim'in 2. sezonunda yerini Albert Riera'ya kaptırsa da, Mancini'nin stoperdeki ihtiyacını karşıladıktan sonra tekrar devamlı olarak oynamaya başladı... 


Geçen sezonun sonlarına doğru oynanan Gaziantepspor maçının son dakikalarında attığı kafa golü ile gelen şampiyonlukta çok büyük pay sahibi oldu... Şu anda 32 yaşında ve hala Galatasaray forması giymekte...

Caner Erkin, yine Ersun Yanal'lı Manisaspor'un altın döneminden bir isim... Kendisi bu dönemde gösterdiği olağanüstü performans ile çok erken yaşta CSKA Moskova'nın yolunu tuttu... Orada oynadığı iki sezonun ardından 2009 yılında kiralık olarak Galatasaray'a geldi... UEFA Kupası son 16 maçında Atletico Madrid maçında içinde bulunduğu verilmeyen bir penaltı pozisyonu sonrasında 2 dakika içerisinde gördüğü 2 sarı kart sonucu oyundan atıldı... Bu hareketi ile Galatasaray taraftarından büyük tepki topladı...

Bir sonraki sezonda Fenerbahçe'ye transferinin ardından Galatasaray taraftarı tarafından daha büyük bir nefret topladı... 2010-11 sezonunda Aykut Kocaman ile, 2013-14 sezonunda ise eski hocası Ersun Yanal ile Süper Lig şampiyonluğu yaşadı... Milli Takım'da da düzenli olarak forma giymektedir...

Galatasaray'ın şu anki kaptanı, Selçuk İnan, Manisaspor'un altın döneminin, Trabzonspor'un Şenol Güneş ile zirve yaptığı dönemin ve Galatasaray'ın Fatih Terim ile iki kere üst üste şampiyon olduğu dönemin kilit oyuncularındandı... 2006-07 sezonunda Manisa'da oynanan Manisaspor-Galatasaray maçında kaleci Mondragon'a attığı frikik ile tanınan Selçuk İnan, daha sonraları Manisa'da yükselen performansı ile Trabzonspor tarafından transfer edildi... Gustavo Colman ile orta sahada çok iyi bir ikili oluşturan Selçuk, 2011 sezonunun sonunda averaj ile şampiyonluğu kaçıran Trabzonspor takımında yer aldı... Sonraki sezonda Fatih Terim tarafından Galatasaray'a alınan Selçuk, Felipe Melo ile birlikte oluşturdukları orta saha ile üç şampiyonluk yaşadı... Bu performanslar arasında Abdullah Avcı tarafından Milli Takım'a alınmadığı zaman Avcı'ya tepkiler yağdı... 2012-13 sezonunda Fatih Terim tarafından takım kaptanı yapıldı... En kritik derbilerde attığı frikik golleri ile taraftarın gönlünde taht kurmuş olsa da, kötü performanslarında acımasızca eleştiri topladı... Oyun kurmaktan, sorumluluk almaktan kaçtığı söylendi... Hakkında hep yazılıp çizildi... Galatasaray ile üç şampiyonluk yaşadı... Şu anda 30 yaşında ve hala Galatasaray kaptanı olarak takımda forma giymekte...

Devamı haftaya...


8 Ağustos 2015 Cumartesi

Galatasaray - Bursaspor maçının ilk yarısından notlar...

Çekişmeli bir ilk yarı oldu... İki takım da sert mücadeleden kaçınmıyor... Ben de gözlemlediğim detayları aktarmak istiyorum...

Kalecilerden başlamak istiyorum... Mert düzenli olarak forma giymek ve kendini göstermek için Bursaspor gibi üst düzey bir Anadolu kulübünü seçti ve ilk resmi maçına da bugün çıktı... Çok önemli üç kurtarışı var henüz ilk yarı olmasına rağmen... Sneijder'in şutunda ve Serdar Aziz'in ters vuruşunda inanılmaz refleksleri ile gole izin vermedi... Ancak Yasin'in sol ayağından gelen şutta etkisiz kaldı... En önemlisi ise 45'te Serdar Aziz'in topunda savunmasının uzaklaştırmak için gelişi güzel vurduğu topa koşup, atlayıp, üzerine hızlıca oyun kurması büyük artı... Gelecek için çok pozitif mesajlar veriyor...
Muslera ise yine Galatasaray'ın dağılan savunmasının parçalarını topluyor... Yine kritik bir kurtarışı var ve bence en iyi yaptığı iş, kendisine gelen bir şutun ardından yerden kalkarak ikincisine de atlayabilmesi... Geldiği ilk sezondan beri benzeri kurtarışları var... Çok kaliteli...

Bursaspor'un sağ bek mevkiinde oynayan Erdem'i çok beğendim... Çabuk düşünüp, çabuk oynuyor, topu ayağında da çok gevelemiyor, ayakları da çabuk... Ortaları da kaliteli... İleri çıkınca tehlike yaratıyor... Ancak bunun yanında Alex Telles'in de fizik olarak olgunlaştığını gördüm... Daha önceleri omuz koyup top alma konularında zayıftı... Denge konularında da problemleri vardı... Arena'da 2-2 biten Galatasaray - Bursaspor maçında Şener'den yediği bir çalım var ki, Telles yere düşüp, çimleri yolmuştu...
Ozan Tufan ise müthiş bir yetenek... Hızı ve çalım yeteneği ile çok büyük bir geleceği var... Bugün sağ açıkta görev verdi Ertuğrul Hoca ve eğer ki Bursaspor kontra ataktan bir gol bulacaksa kendisinin önemli rol üstleneceğini düşünüyorum... Topu 50 metre boyunca çok kolay bir şekilde hızı ile taşıyabiliyor... Bileklerine çok hakim...

Bunun tam aksinde ise Bursaspor'un sol beki Emre var ki kendisi çok korkak oynuyor... Sürekli garanti paslara oynuyor ve topu ayağında tutmaktan çekiniyor... Daha cesur oynaması gerekiyor...
Galatasaray'da frikiklerde artık topun başına geçebilecek oyuncu sayısı çok fazla... Seneler evvel tek alternatif olan Selçuk bu maçta topun yanına dahi gelmedi... Bu bir takım için güzel bir artı...

Galatasaray taraftarına gelecek olursak, çok yüzsüzler... 2 hafta önce Udinese maçının 34. dakikasında maç meşale ve ses bombaları yüzünden iptal olmuş, ancak yine o insanlar marifetmiş gibi kendi yaptıklarını doğru bir şey zannederek abartılı şekilde meşale yakmaya, kale arkalarına ses bombaları ve meşale atmaya devam ediyorlar... Kale arkasında duman tabakası görmekten bıktım ben şahsen... Tuttuğum takımın taraftar profilinden nefret eder hale geldim... Umarım bir yolu bulunur da buna bir önlem alınır... Yoksa iş kötü yerlere gidiyor...

İlk yarı için yazabildiklerim bunlar... İkinci yarıyı bekliyoruz...

7 Ağustos 2015 Cuma

Çizgi Dışı: Güzel Şarkılar - The Funeral


Band of Horses grubunun 2006 yılında çıkardığı Everything All the Time albümünün en beğenilen şarkısı... Yumuşak başlayıp, gerektiğinde yaptığı çıkışlar ile muhteşem bir şarkı benim açımdan... Kafa dinlemek istediğimde birebir geliyor...

Albüm için:
https://open.spotify.com/album/5uMfshtC2Jwqui0NUyUYIL



Şarkı Sözü:
I'm coming up only 
To hold you under 
I'm coming up only 
To show you wrong 

And to know you 
Is hard we wander 
To know you all wrong 
We were 

Ooooohh oooohh 
Ooooohhhoohhhhooh 

Really to late to 
Call so we wait for 
Morning to wake you 
It's all we got 

To know me as hardly golden 
Is to know me all wrong 
They were 

And every occasion 
I'll be ready for the funeral 
Every occasion once more 
It's called the funeral 
Every occasion 
Oh, I'm ready for the funeral 
And every occastion 
Of one billion day funeral 

I'm coming up only 
To show you down for 
I'm coming up only 
To show you wrong 

To the outside 
The dead leaves they all blow 
Before they died 
had trees to hang their hope 

Oooohhhohhhhhh 
Oooooohooooooh 

And every occasion 
I'll be ready for the funeral 
And every occasion once more 
It's called the funeral 
And every occasion 
Oh, I'm ready for the funeral 
Every occasion 
Of one billion day funeral


17 Temmuz 2015 Cuma

Arda Turan'ın Hayat Yolculuğu...

Kendi hazırladığım bir videoyu sunmak istiyorum... 2006 yılındaki parladığı o Mlada Boleslav maçından itibaren, Arda'nın başından geçen serüvenler... Pes etmemesi, sürekli savaşmasının ardından gelen başarılar... Ve yeni başlayacak olan Barcelona macerası... İyi seyirler...



6 Haziran 2015 Cumartesi

Luca Toni - Yaş 38


Yaş olmuş 38, bir önceki sezon 20 gole ulaşmışsın ancak Ciro Immobile seni 22 golle geçmeyi başarmış bir şekilde... Senelerdir üst düzey takımlarda oynamışsın, köşeye çekilip paran ile keyfine bakacakken, yok çalışmaya devam ediyorsun ve kaptanı olduğun takımda 34 maçta 90 dakika boyunca top koşturuyorsun... 38 haftalık ligin 34 haftasında tam maç oynuyorsun, ki bizim ligimizin tamamı 34 hafta...

İlk olarak Palermo maçında penaltıdan golünü atıyorsun... Sonraki altı haftayı golsüz geçiyorsun... Ama yılmak yok diyorsun, sonraki Lazio maçının 70. dakikasında bir penaltı daha atıp takımına 1 puanı getiriyorsun... İki hafta sonra deplasmandaki Inter maçının ilk dakikalarında Inter filelerine voleyi yapıştırıyorsun... Daha sonra Sampdoria, Udinese, Parma, Torino derken bir bakmışsın 7 gole ulaşmışsın... Bıkmak yok, atmaya devam diyorsun... Sonraki hafta Genoa deplasmanında rakip filelere 2 gol birden bırakıyorsun... Sana sağ sol farketmiyor, iki ayağınla da atıyorsun... Tam bir bitiricilik...

26. haftaya geliniyor, Milan deplasmanındasın ve yine golünü bırakıyorsun rakip filelere... San Siro uğurlu geliyor sana... Bir sonraki hafta Napoli'ye karşı 2 gol birden atıyorsun, takımın senin attığın iki gol ile galip geliyor... Cesena, Sassuolo, Sampdoria derken bir bakıyorsun 18 gole ulaşmışsın... Ama bir onun iki katı kaçırdıkların var, her maç çok fazla pozisyona giriyorsun, topsuz oyun dersi veriyorsun her maç... Uzun boyunun da verdiği avantajlar ile duran toplar sana gelince büyük tehlike oluşturuyor rakip için... Seni duran toplarda iki adam tutuyor ama yine de kafa gollerini eksik etmiyorsun...

Haftalar geçiyor, 37. hafta Parma deplasmanında takımın 2-0 geriye düşüyor... 42 ve 80. dakikalar attığın goller ile yine 1 puanı yazdırıyorsun takımının hanesine... Gol sayın 21... Son haftaya giriyorsun, en yakın takipçilerin Carlos Tevez ve Mauro Icardi... Rakip şampiyon Juventus... Ama gol krallığını kazanmaya kararlısın... İlk yarı 1-0 geriye düşüyorsunuz... Ancak ikinci yarının hemen başında sen tekrar eşitliği sağlayıp 22 gole ulaşıyorsun... Tevez'in hala golü yok... Son dakikalara giriyorsunuz... Juventus penaltı kazanıyor, topun başında Tevez... Atarsa belki devamı da gelecek, gol krallığını kaybedeceksin... İzliyorsun penaltı atışını... Tevez topa gelip vuruyor ve kalecin Rafael topu kornere çeliyor... Sana doğru koşuyor, senin hareketinle, gol attıktan sonra yaptığın hareketle... Sarılıyorsunuz... Maç 2-2 bitiyor...

Icardi de son maçında 2 gol atıp seninle eşitliği yakalıyor ve gol krallığını paylaşıyorsunuz...
38 yaşındasın... En büyük 4. ligde 38 yaşında en çok gol atan oyuncu oluyorsun... Eskimiyorsun... Sen bir efsanesin...

Sen Luca Toni'sin...

14 Mayıs 2015 Perşembe

Futbol, sadece futbol mu?


Dün, üniversitede verilen SAP (Systems, Applications & Products in Data Processing) seminerine katıldım. SAP'nin bir Alman yazılım ve sistem şirketi olduğunu ve uzun bir zamandan beri, teknolojik gelişmelere yardım edip onları geliştirmek için çalıştıklarını öğrendim. Ama konferansın en dikkatimi çeken kısmı, konuşmacı Uğur Bey'in anlattığı, bu teknolojik gelişmelerin, futbol gibi bununla aslında aykırı gibi görünen ya da öyle kafalara yerleşmiş bir alanda uygulamaya konulması oldu. Dinlediklerimden hatırımda kalan kısımları bu yazıda anlatmaya çalışacağım...

Seminerde anlatılana göre, SAP şirketinin kurucularından biri olan Dietmar Hopp, 2000 yılının başında, şirketinin de teknolojik yardımlarını sınamak hem de gözler önüne sermek adına çok uzun vadeli bir proje içine girip, o yıl içerisinde TSG 1899 Hoffenheim kulübünün kapısını çalar ve altyapılarını ve oyuncu geliştirme departmanlarını SAP şirketi olarak devralırlar. Hoffenheim o yıllarda Almanya 5. Ligi'ndedir. Dietmar Hopp, kulübün bu kısmını devralırken biraz da kulübün üstüne para ekler ve bu ilk yatırımlarla beraber, Hoffenheim o sezon sonunda 4. Lig'e çıkar. Hopp'un ilk değiştirdiği şey, altyapı mentalitesidir. Her şeyi baştan kurar, oyuncunun düşünce sistemini, sahada ne yapılması gerektiğini, yanlışı kabullenmeden gelişmenin mümkün olmadığını, sürekli her gün, her saat, her dakika üstüne daha fazla koyulması gerektiğini tüm oyunculara aşılayan bu altyapı mentalitesini oyunculara aşılar. Bu uzun vadeli bir plan olduğu için her hamleyi de emin ve acele etmeden yapar Hopp. Antrenman tesislerini üst düzeye taşır. Her maç sonrasında, her antrenman sonrasında teknik ve teknolojik analizler ile oyuncuların ne yaptıklarını sayısal olarak elde edip, ne kadar daha yükselmeleri gerektiklerini hesaplar. 
Bu yatırımlar devam ederken ve arkaplanda şirketin altyapı politikaları hala devam ederken, Hoffenheim sonraki sezonu da 4.Lig'in birinci sırasında tamamlayıp, Almanya 3.Ligi olan Regionalliga'ya çıkarlar. 2002 sezonunda ilk kez oynadıkları Regionalliga'yı ilk seferde 13. sırada tamamlarlar, ancak gelecek sezon çok büyük bir yol katederek 5. sırada sezonu tamamlarlar. Gelecek iki sezonda da önce 5. sonra da 7. olarak sezonu tamamlarlar. Son sezonda ilk kez de Almanya Kupası'na katılma başarısı gösterip, çeyrek finale kadar çıkarlar. Sonraki senede de ligde iyi bir iş çıkarıp, ligi 4. tamamlarlar... 

Ve artık 2006 sezonu başında, altyapıdan yetiştirilen oyuncular kadroya yerleştirilir ve üst liglerden tecrübeleri olan, bazı oyuncularla da el sıkışılır ve 6 yıl önce konulan hedefe oynanmaya resmi olarak başlanır. 2006-07 sezonunda, bu üst lig tecrübeleri olan oyuncularının da yardımı ile büyük bir başarı göstererek Regionalliga'yı ikinci sırada tamamlayarak Bundesliga 2'ye çıkmaya hak kazanırlar.

Yeni sezona başlamadan önce, Hoffenheim, kadrosuna Demba Ba, Sejad Salihovic, Vedad Ibisevic ve Chinedu Obasi'yi katar. 2007-08 sezonuna biraz sarsıntılı olarak başlanır. Ligin ilk dört haftasının sonunda Hoffenheim 16. sıradadır, ancak bu andan sonra yaptıkları inanılmaz yükseliş ile, 23. haftada lig ikinciliğini elde ederler. Bu pozisyonu kalan haftalarda da koruyarak, lig sonunda bu ikincilikle beraber, inanılmaz bir şekilde sadece bir sezon oynadıkları Bundesliga 2'den Bundesliga'ya çıkarlar.




Bu büyük yükselişin ardından, Hoffenheim 2008-09 sezonunda, artık Bundesliga'dadır. Sezona çok hızlı şekilde başlayan Hoffenheim, ileride forvetleri İbisevic'in de büyük katkısı ile ilk devreyi 1. olarak tamamlar. Vedad Ibisevic, 17 maçta 18 gole ulaşmıştır. Alman medyası bu çıkışa inanamaz ve Hoffenheim oyuncuları ve sorumluları ile görüşmeler yaparlar. Haberlerde Hoffenheim'in yaptığı inanılmaz gelişim vardır. Ancak beklenmeyen gerçekleşir ve Vedad Ibisevic, sezonun devre arasında yaşadığı ağır bir sakatlık sonucunda sezonu kapatır. Bu sakatlığın yarattığı ofansif güçlükler sebebi ile ikinci yarıda düşüşe geçen Hoffenheim sezonu 7. sırada bitirir ancak yine de büyük takdir toplar.


Şimdilerde ise, Hoffenheim hala Bundesliga'da orta sıralarda mücadele veriyor...
Sizce futbol, sadece futbol mu?..


6 Mart 2015 Cuma

İki Zıt Renk ve Yanlarındaki Kendine Has Sarı...



İlk canlı izlediğim derbi, 2003 yılında Atatürk Olimpiyat Stadı'nda oynanan ve 2-2 biten derbiydi... Galatasaray'ın zor yıllarıydı... Hatırlarım, eskiden gazetede puan durumunda birinci olan bir Galatasaray vardı, ancak o zamanlar, Galatasaray üçüncülük ve dördüncülük arasında gidip geliyordu... Tabii o zamanlar buna bir anlam veremiyordum... Futbol o zamanlar benim adıma sadece iki ucunda iki kalenin var olduğu, topun peşinden 20 adamın koştuğu, amacın gol atmak olduğu bir oyundan ibaretti... Bu yüzden de ölümüne rekabet, ezeli rakibin ile kanlı bıçaklı olma gibi olgular kafada hiç yoktu, düşünemiyordum öyle şeyleri...

21 Eylül 2003'te Olimpiyat Stadı'nda oynanan bu maç, 2-2'lik maç aslında diğer derbilere göre, hiç alışık olunmayan tarzda bir maçtı... Eylül ayında oynanmasına karşın, bir pazar günü bu maç saat 4'te başlamış ve gündüz havada oynanmıştı... Aklımda kalan en olaysız, dostça derbiydi... Kırmızı kart yok, kavga yok, galip gelen yok ama bol gol var... İlginçtir ki bütün goller de kafa golüdür bu maçta... Ancak bu maçtan sonra bir daha bu derece olaysız bir derbi izleyemedim desem yeridir...

Yıllarca, bir Galatasaraylı olarak Fenerbahçe derbilerinden önce sürekli tedirgin oldum... Hagi'yi canlı izleme şansım olmadı... Ancak rakipte Alex vardı... Her derbiden önce Alex'ten korkardım... Bizde İliç oldu, Lincoln oldu, Elano oldu, Misimoviç oldu... Ancak hiçbiri rakibe bir Alex kadar gözdağı vermedi, veremedi... Ya yeterli olamadılar, ya da maç içinde bu derbinin baskısının altında ezildiler... Hele ki Şükrü Saraçoğlu'nda baskı yüzünden rezil bir oyun ortaya koyanlar dahi oldu...

Psikolojik olarak, oyuncular sürekli medyada, sahada ve kamera arkasında birbirlerine baskı kurmaya çalıştılar... İki takımın da formasını giymiş Emre Belözoğlu, Galatasaray altyapısından beri formayı giyen Sabri Sarıoğlu gibi oyuncular, sürekli olarak karşı tarafı kışkırtan tarzda sahada rakibe üstünlük kurmaya çalıştılar...

2006-07 sezonunun ilk derbisinde, Saraçoğlu'nda Galatasaray teknik direktörü Eric Gerets'in alnına yabancı madde atıldı ve maç boyu alnı kanadı... Nefret tohumları, sonuna dek ekiliyordu... Bu maçtan 17 hafta sonra, bu kez Fenerbahçe Ali Sami Yen'e geliyordu... Fenerbahçe iki golü de iki stoperi ile bulunca o nefret tohumlarının birikimi ve maçın tansiyonu da eklenince kayış koptu... 19 Mayıs'ın adına hiç ama hiç yakışmayacak bir biçimde, maç savaş alanına döndü... Fenerbahçe'nin kazandığı her korner, her taç, her aut atışı oyunun durmasına sebep oluyor, tribünler sürekli olarak uyarılıyordu... Ancak dinleyen yoktu... Maç bitene kadar, tribünlerdeki tüm şişe ve bardaklar sarı lacivert formalı oyunculara fırlatıldı... Yeşil zemin, temizlenmemiş, çöplük dolu sokaklara döndü...


Bu maçı televizyondan izleyen ben, hem bu ezik oyuna, hem de taraftarların yaptığı bu rezil hareketlerden bıktım ve maçı 50. dakikadan sonra izlemeyi bıraktım... Çünkü bu, 2003'te Olimpiyat'ta izlediklerimin tam anlamıyla zıttıydı... Tahammül edemedim... Bu maç da ligin son 3 maçından biriydi o yıl yanlış hatırlamıyorsam... Faturası ise ağır oldu... Galatasaray 2007-08 sezonunun ilk 5 evsahibi olduğu maçında seyircisiz oynayacaktı...

Yazın karar verdim ve kombine aldım o yıl... İlk 5 maç gidemeyecektik belki ama, yine de, UEFA Kupası maçları da vardı nihayetinde... Evsahibi olarak seyircisiz izlediğim o ilk iki maçta da Lincoln şahane iki gol atmıştı... Herkes aklından geçiriyordu, "Fener'e gözdağı verecek adam bu!"... Hem Lincoln dediğin adam Schalke maçında da Fenerbahçe'ye goller atmıştı değil mi?..

Galatasaray Lincoln'ü alırken, ezeli rakip Roberto Carlos'u takımına getiriyor, takımda bir Brezilyalılar grubu oluşuyordu... Deivid, Vederson, Roberto Carlos, Alex, Aurelio ve Edu yanına diğer bir Güney Amerikalı Lugano'yu da alarak iyi anlaşan, takımı yükseltecek bel kemiğini oluşturuyordu...

O sezon, Galatasaray ve Fenerbahçe ligde karşılaştığı iki maçın yanı sıra, kupada da eşleşerek 4 maç yapmış oluyorlardı...

Saraçoğlu'ndaki maç, yine baskıdan ötürü, Galatasaray pozisyona dahi giremiyordu... Neticede maç 2-0 evsahibinin üstünlüğü ile bitti... Türkiye Kupası'nda 3 Şubat 2008'de yeniden Saraçoğlu'na giden Galatasaray bu sefer o tedirginliği üstünden atarak, daha iyi, rakibinden üstün bir oyun oynasa da galibiyet çıkmıyordu... Bu maçın rövanşında Ali Sami Yen'de maç Hakan Şükür'ün golü ile başlamış, Gökhan Gönül'ün golü ile sürüyordu ki, Lugano ve Gökhan Gönül'ün kırmızı kart görmesi işi çığrından çıkardı... Galatasaray 90+1'de golü buluyordu belki, ama olaylar yine tavan yapıyordu... Adeta bir olay adamı olan Volkan, Lincoln'e Ali Sami Yen'de diz atıyordu... Taraftar veya oyunculardan çekincesi yoktu, çünkü Ali Sami Yen'de rakibi baskıya alma tabiri, yıllar önce kaybolmuştu bile...


Sonraki sezonda ise, Saraçoğlu'na gelen Galatasaray o kadar korkak oynamıştı ki, Lincoln ilk dakikada golü atmasına rağmen, o korkuyu üstünden atamayan ve baskıya yenik düşen Galatasaray, maçın kalan bölümünde 4 gol yiyerek sahadan 4-1 mağlup ayrılmıştı... Bu maçın Ali Sami Yen evresi de vardı tabii ki... Yine, olayların ardı arkasının kesilmediği, Ali Sami Yen... Futbol adına hiçbir şey göstermeyen oyuncular, çıkan bir kıvılcımın ardından takımlar halinde kavga etmeye, dövüşmeye başladı... Top nerede, kale nerede, yine unutuldu... Derbi, yurtdışı televizyonları tarafından canlı yayından kesildi, çünkü insanlar futbol izlemek istiyorlardı, kavga değil... En tatsız derbilerden biriydi...


İki futbolcu, iki Brezilyalı, olanlara orta sahadan baktılar, "biz nereye geldik?" der gibi... Çünkü onların asıl işi futbolu gollerle, şutlarla taçlandırmaktı, yumruklarla değil... Eminim ki, o gece maçta Alex de olsa bu ikilinin yanında olan biteni uzaktan izlerdi...

***
***
***

Pazar akşamı, yine bir derbi var, sezonun ikinci Galatasaray - Fenerbahçe derbisi... Maç Kadıköy Şükrü Saraçoğlu'nda... Ben yeşil çimlerde, güzel futbol ve efendilik görmek istiyorum... Çünkü bize böyle öğretildi... Bu oyunun amacı kazanmak, ancak kazanmak uğruna kendini kaybetmek, dostlukları kaybetmek, kanlı bıçaklı olmak hiçbir zaman yakışmaz... Bize böyle öğretilmedi...
Metin son maçında, formasını Can ile değişirken, İnönü'de taraflı tarafsız herkes alkışlarken... Metin sarı-lacivert, Can sarı-kırmızı olurken... Bize öğretilen, iyi oyun, iyi insandı...


Birinin adı Metin...
Diğerinin adı Can...
Metin adını Can'dan alır...
Güçlüdür, kuvvetlidir, Metin'dir...
Can, kişi Metin olduğunda değerlidir...
Metin kişiye daha çok Can verir...

"Bizi sevenleri üzmeyelim baba... Bizi sevenlere ihanet etmeyelim..."
Metin Oktay, 1957





16 Şubat 2015 Pazartesi

Vole!


Bursasporlu Ozan Tufan'ın 89. dakikada Beşiktaş ağlarına gönderdiği muazzam vole...

Ancak bu golün ardından verilen, penaltı ile, hatta foul ile alakası olmayan bir pozisyondan doğan gol ile hem Şenol Güneş'in ekibinin uğraşları, hem de genç Ozan'ın bu golü sadece bir maç enstantanesi olarak kalacak maalesef...

8 Şubat 2015 Pazar

Tutunamayanlar: "Robinho"



Bu kez, aktif futbol hayatına devam eden ancak sönen bir yıldızdan bahsedeceğim yazıda...

Robson de Souza, takma adıyla Robinho, 25 Ocak 1984'te Brezilya'nın São Vicente şehrinde dünyaya geldi... Çocukluğunu da doğdu şehrin sokaklarında ve kıyıda olmasından ötürü plajlarda futbol oynayarak geçirdi... Top peşinden ayrılmayan bu genç, 1999 senesinde, Pele tarafından bizzat Santos kulübünün altyapısına alındı... Çalım becerisi ve kıvraklığından ötürü altyapıda ön plana çıkan Robinho, 2002 yılında 15 yaşındayken ilk profesyonel kontratını Santos ile imzaladı... İlk sezonunda tam 24 maça çıktı ve 1 gole imza attı... Santos'un 2002 şampiyonluğunda takıma katkı sağladı... 

Sonraki sezonda Santos, Libertadores Kupası için mücadele ediyordu... Gruptan 14 puan ile lider çıktılar ve Uruguay ekiplerinden Nacional ile eşleştiler... Robinho ilk maçta takımının 3. golünü kafa ile attı... Genç oyuncunun ön plana çıktığı maçlardan oluyordu bu maç aynı zamanda... İlk maç Uruguay'da 4-4 bitiyordu... İkinci maçta da Santos evinde 2-2'lik bir skor elde edince tur atlayan taraf oluyordu Robinho'nun takımı...



Finale kadar çıkan Santos, finalde o zamanların en iyi Arjantin ekiplerinden Boca Juniors'a yenildi...
2004 sezonunda ise Libertadores Kupası'nda bu kadar başarılı olamıyordu Santos... Gruptan yine lider çıktılar ancak çeyrek finalde Kolombiya'nın Caldas ekibine boyun eğdiler... Buna rağmen Robinho'nun son 16 maçında kaydettiği gol, turnuvanın en güzel gollerinden biri oldu...


Ligde ise işler dört dörtlüktü... Robinho 2004 sezonunda ligde tam 37 maça çıktı ve 21 gol kaydetti... Santos 89 puan ile şampiyon oldu... Bu başarılı sezonunun ardından bazı Avrupa kulüpleri Robinho'yu takip altına aldı... Ancak Robinho Santos'ta kalmaya karar verdi ve 2005 sezonuna yine Santos forması altında girdi... Libertadores Kupası'nda 3. kez gruplardan birinci çıktı Santos... Son 16 turunda Chile ekibi ile yapılan ilk maçta sahanın yıldızı oluyor, bir gol atmasının yanında kendi pozisyonundan penaltı çıkartarak ikinci golünü de rakip ağlara bırakıyordu...


Çeyrek final maçında ise takımına bir asist ile yardım etse de Santos'un turu geçmesi için yeterli değildi... Santos'taki son sezonunda da Copa Libertadores macerası çeyrek finalde noktalanıyordu... Ligde ise 59 puan ile 10. sırada sezonu bitirdiler... Robinho oynadığı 12 maçta 9 gol attı... Yaz aylarında Avrupa kulüplerinden Robinho için teklifler yağmaya başladı... 2005 Temmuz ayında Real Madrid, Santos'un kapısını 24 milyon €'luk bir teklif ile çalınca transfer gerçekleşti...

Robinho bu transfer sonrası Real Madrid'de en son Luis Figo tarafından giyilen 10 numaralı formanın sahibi oldu... 2005-06 sezonunda La Liga'da 37 maçta forma giydi, 8 gol atarken 5 asist yaptı... Sonraki sezonda ise 32 maçta forma giyerken, 8 gol atıp 6 asist yaptı... Şampiyonlar Ligi'nde ise ilk golünü bu sezon içerisinde attı ve Real Madrid ile La Liga şampiyonluğu yaşadı... Bu Robinho'nun kazandığı 3. kupa oluyordu...

2007-08 sezonuna da iyi başladı Robinho... Bu sezonda ilk golünü Olympiacos'a karşı oynanan Şampiyonlar Ligi grup mücadelesinde kaydetti... 4-2 biten grubun kritik maçında takımına iki gol ile katkıda bulundu...


 

Bu maçtan sonra form yakayan Robinho, La Liga'da oynadığı 32 maçta 11 gol kaydedip 8 asist yaptı... Real Madrid de ikinci kez üst üste 2007-08 sezonunun La Liga şampiyonu oluyordu... Robinho'nun 4. kupasıydı... Bunun yanı sıra Robinho takımdaki en skorer üçüncü oyuncu oluyor ve en fazla asist yapan altıncı oyuncu oluyordu... Yaz transfer sezonu Robinho için fazla hareketli geçmese de transferin son günlerinde Arap hissedarların Manchester City kulübünü satın alması ile finansal kaynak kazanan City kulübü Real Madrid'e 42 Milyon €'luk bir teklif yaptı... Teklif kabul edilince de City'nin Arap yatırımlı ilk önemli transferi gerçekleşti... Robinho Manchester City'ye transfer olmuştu...

Milli takımdan da arkadaşı olan Elano ve genç İngiliz Daniel Sturridge ile iyi anlaşarak performansını zirveye çıkaran Robinho bu sezonda 42 maça çıktı ve 15 gol kaydetti... Yıl içerisinde oynanan 2010 Dünya Kupası eleme maçlarında 15 maçta forma giydi ve 4 gol, 3 asistlik performans gösterdi... Bununla beraber, 2009 Konfederasyon Kupası'nda her maçta forma giydi ve 1 gol 2 asist ile takımına katkı sağladı...

City'deki ilk sezonu çok iyi gitse de ikinci sezonunda daha sezonun başında yaşadığı ciddi bir sakatlıktan ötürü ligde sadece 12 maçta forma giyebildi ve izin isteyerek Santos'a kiralık olarak geri döndü... Ancak orada da işler iyi gitmedi ve gol atamadı... Bütün sezon boyunca attığı tek gol FA Cup'ta İngiltere 2. lig ekiplerinden Scunthorpe United'a karşıydı... Ancak yine de Dunga'nın Brezilya kadrosuna seçildi... 2010 Dünya Kupası'nda 4 maçta forma şansı buldu ve 2 gol atarak yeni bir başlangıç yaptı... Son 16 turunda Şili'ye ve çeyrek finalde o sene kupada final oynayan Hollanda'ya gol atmayı başardı... Bu performansı ile beraber transfer döneminde 18 milyon €'ya AC Milan'a transfer oldu...


                                      

Tekrar eski günlerine dönen Brezilyalı oyuncu, 2010-11 sezonunda 45 maçta forma giydi ve 15 gol atıp 6 da asist yaparak takımına önemli bir katkıda bulundu... Bu sezon boyunca ligde attığı 14 gol ile birlikte takım arkadaşları Alexandro Pato ve Zlatan Ibrahimovic ile birlikte 14'er gol atarak gol krallığında 8. sırayı paylaştılar ve yüksek gol paylaşımı beraberinde Serie A şampiyonluğunu da beraberinde getirdi... AC Milan ezeli rakibi Inter'in 6 puan önünde 82 puan ile şampiyon oldu... 

Sonraki sezonda yine iyi gidişini sürdürse de sakatlıklar sürekliliğe izin vermeyince, Robinho da düşüşe geçti... Ancak yine de oynadığı maçlarda iyi performanslar gösterdi... Oynadığı 28 lig maçında 6 gol atıp, 11 asist yaptı... Şampiyonlar Ligi'nde ise Milan ile beraber çeyrek finale kadar çıktı ancak çeyrek finalde Barcelona'yı geçemediler... Serie A'da zirveyi son maça kadar zorladılar ancak 80 puan ile onların 4 puan üstündeki Juventus'u geçemediler ve ligi en yakın takipçileri olan Udinese'nin 16 puan üstünde 2. olarak tamamladılar...
Filippo Inzaghi'nin emekli olmasının ardından Pato 9 numaralı formayı aldı... Robinho da Pato'dan boşalan ve uğurlu olarak nitelendirdiği 7 numaralı formasına kavuştu... Ancak 2012-13 sezonuna iyi bir başlangıç yapamadı Robinho... Kronik hale gelen sakatlıkları ve bu sebeple düzenli olarak forma giyemeyişi performansını olumsuz biçimde etkiliyordu... Ligin ilk yarısında iki kere ciddi sakatlık geçirerek tam 8 maç kaçırdı... İkinci yarıda ise performansının ciddi bir düşüşe geçmesi sebebi ile bazen kadroya alınmadı bazen de yedek kulübesine mahkum oldu... Bu seferki düşüş ciddiydi... Ligde oynamayı başardığı 23 maçta sadece 2 gol kaydetti... 6 tane de asisti vardı... Sezon sonunda, Santos kulübü iki kez Robinho'yu istedi, ancak düşük maaştan ötürü Robinho teklifleri geri çevirdi... Buna rağmen, Milan ile daha düşük bir ücrette kontrat yenilemek zorunda kaldı ve kontratını 2016 yılına kadar uzattı... 

2013-14 sezonuna daha iyi bir başlangıç yapmıştı... Şampiyonlar Ligi'nde gruplarda Barcelona'ya San Siro'da, vatandaşı Kaka'nın asistinde bir gol attı... Ligde ise 8. haftaya kadar 2 gol atıp 4 asist yaptı... Sonrasında ise yaşadığı düşüşten dolayı daha az süre buldu ve aralık ayında yaşadığı omuz sakatlığından ötürü 5 maç kaçırdı... Döndükten 6 hafta sonra tekrar sakatlanarak tamamen formdan düştü... İkinci dönüşünde tam anlamıyla yedek kulübesine mahkum olmuştu... İşler kötüye gidiyordu...


Robinho için kabus gibi geçen bir sezondu... Ancak Milan kulübü de çok başarısız bir şekilde ligi 8. sırada bitiriyordu... Sezon boyunca bazı karşılaşmalarda milli takıma çağırılmasına karşın, Luiz Felipe Scolari'nin takımına çağırılmadı ve Brezilya'da düzenlenecek olan dünya kupasında ülkesini temsil etme şansını kaçırdı... Düşüşü ile beraber Santos'un yolunu ikinci kez tuttu... Milan'ın maaşının yarısını ödemeyi kabul etmesi üzerine, 6 Ağustos 2014'te tekrar evine döndü... Santos'ta oynadığı 16 maçta 4 gol kaydetti...


Şimdilerde ise 31 yaşında ve Santos ile yeni sezona, yeni bir başlangıca hazırlanıyor... Yolu açık olsun...



                                                                                                                               Umut Naderi



Fotoğraflar Konuşur: Fenerbahçe - Trabzonspor




7 Şubat 2015 Cumartesi

2 Şubat 2015 Pazartesi

Galatasaray - Bursaspor

Dün, maçta belki futboldan çok daha önemli bir şeye tanık oldum... İki farklı rengi savunan, uğruna hayatlarını adayan iki farklı taraftar grubu vardı stadyumda... Maçın başından itibaren küfürleşen, yuhalaşan hatta belki arada file ve cam engel de olmasa birbirlerine madde fırlatmaktan da geri kalmayacak iki farklı taraftar grubu... Biri kendine "Timsah" diyor öteki de "Aslan"... Ama maçın başlamasına 10 dakika kala, ekranlarda sevgili Barış Manço'yu gördüğünde herkes bir oldu kalabalıkta... "Kol Düğmeleri" şarkısının o ağır ezgisi çaldı ve tüm tribünler, buna Bursa tribünleri de dahil, atkılarını da ritmin ağırlığında bir sağa bir sola salladılar... O an aşırı mutlu oldum... En son Ali Sami Yen stadının son maçında, maçtan sonra Barış Manço'nun "Unutamadım" şarkısı çalmıştı tribünlerde... O anı hissettim... Ölümünün 16. yılında Barış Manço ancak böyle, kendi gibi saygı ve sevgi ile anılabilirdi... Kol düğmelerinden sonra da Bursa tribünlerinin "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa" şarkısına eşlik etmeleri de muhteşemdi...





Bunlardan birkaç dakika sonra iki takım da sahaya çıktı... İlk dikkatimi çeken, Hakan Balta'nın sol bek, Alex Telles'in sol açık olarak maça başlamasıydı... Afrika Kupası'ndan dönen Chedjou'yu da Hamza Hoca hiç tereddüt etmeden 11'e almıştı, acaba doğru mu yapıyordu?..

Bursaspor hızlı ataklarla gelirken, Galatasaray'ın savunmada yaptığı gereksiz paslaşmalar ve hareketler de basan rakibe pozisyon veriyordu... Önce Bakambu iki kere Balta'nın arkasından fırlayarak pozisyona girdi ve kaçırdı... Daha sonra üçüncü pozisyonda Volkan Şen sarktı arkaya, o kaçırmadı... Şimdi burada bir tercih yapmak gerekiyor stoperler arasında... Chedjou'ya güçlü adamı veriyorsan, demek ki hızlı adam Balta'ya kalıyor... İyi de Balta kaçırdığında adamı yakalayacak hızda değil... Bu yüzden verilen pozisyonlar kaçınılmaz oluyor...

Balta Bakambu'yu 2 kez, Koray Ozan'ı 1 kez, Chedjou Bakambu'yu 1 kez ve Volkan'ı 1 kez kaçırdı... Chedjou Bakambu'ya pozisyon verirken yaptığı hatanın benzerini Gine maçında da yapmıştı...

Maçta Hakan Balta sol bek ve sol stoper oynadı... Koray Günter sol stoper ve sağ bek oynadı... Alex Telles sol açık ve sol bek oynadı...

Bu kadar dağınık bir savunma yapısıyla zaten arkaya rakip oyuncuyu kaçırmak kaçınılmaz... Savunmada partnership önemli bir olgu... Neredeyse 20 dakikada bir bu olgu değişince, anlaşmazlık yaşanıyor en geride... En sonunda da pozisyonları kaçıran rakip Volkan Şen gelince atıyor...

Olcan'ı hiç beğenmediğim bir başka maç oldu... Zaten o göbek ile fazla da oynayamaz sanırım... Yekta göbek oynadı, sağ bek oynadı ama yine bir fark yaratmadı... Bruma oyuna girdikten sonra aksiyonunu gösterdi... Topla harika olduğunu her maç gösteriyor...

Bir de Şener'in Telles'i maymun ettiği pozisyon vardı ki, NBA'de vardır, "Bilek Kırma" derler, aynı o şekilde Şener Telles'i kanadında mahvetti... Ekleyelim onu şuraya...


Umarım bu gelecek maçlara ders olur... Hamza hoca çarklarla bu kadar oynamaz...

Şunu da ekleyeyim son olarak;

Ruhun şaad olsun Barış Manço...