18 Haziran 2013 Salı

Olgunluk Nedir?

Çocuklarla Girilen Komik Diyaloglar

aslında pek komik değil hatta hüzünlü bile sayılabilir. fakat başlık önemli değil. zaten amacım birilerinin okumasından ziyade ben unutmayayım, ilerde okuyup hatırlayıp gülümseyeyim.

üniversite hastanesinde 4. sınıf tıp öğrencisiyim. stajyer doktorum güya ama şimdilik pek birşey bildiğim yok. henüz 2 hafta olmuş zaten hastaneye geçeli, çocuk servisinden başlamışım uzuun hastane macerasına. nöbet yazmışlar geçtiğimiz haftaiçi. akşam 5'ten 10'a kadar orda bulunup intern, asistan abilerimden ablalarımdan birşeyler öğrenmeye, hasta dosyalarından bilgiler kapmaya çalışacağım. akşam 6-7 civarı servis odaları arasında dolanırken birşey dikkatimi çekti. 8-9 yataklı odada o kadar bebenin, çocuğun, hasta yakınının arasında bir tane ufaklık, oturmuş sandalyesine, elinde kumanda, kafayı kaldırmış yukardaki televizyonda at yarışı izliyor. at yarışı ha, bildiğin tjk tv açık, koşan atları izliyor çocuk. gittim yanına bir sandalye de ben çektim. başladık muhabbete.

hayırdır dedim, izleyecek birşeyler bulamadın can sıkıntısından at yarışı mı izliyorsun? yok abi dedi, ben hep izlerim. kim alıştırdı seni dedim; abin, baban falan mı hastası bu yarışların? yoo dedi ben küçüklüğümden beri kendi kendime açar izlerim. ee oğlum nasıl alıştın peki, senin yaşındakiler hep futbol hastasıdır, basketbol hastasıdır nerden geliyor sendeki bu at sevdası? biz mardinliyiz abi, dedi. köyde görürdüm, binerdim atlara. televizyondakileri göstererek; ama bunlar başka, dedi. çok güzeller ya şunlara bir baksana abi dedi (o anki gülümsemesini görmeniz lazım). e peki biliyor musun bari isimlerini, yoksa öyle kuru kuruya mı izliyosun? sormaz olaydım. ekranda gördüğü her atın anası, babası, dedesine, yaşına, kazandığı yarışların sayısına kadar tüm bilgilerini saydı. bak abi bu bilmemkim. çok iyi attı ama dört yarıştır birşeyler oldu kazanamıyor. hasta mıdır nedir, aha bu da bilmemkimle bilmemkimin çocuğu. yeni yeni yarışıyor ama geleceğin atı olacak bak görürsün. sayıyor da sayıyor. saydıkça beni şaşırtıyor. sen biraz büyüdün mü at yarışı da oynarsın kesin, tüm paranı bunlara yatırırsın dedim. durdu bi, yok dedi. ben onların üzerine bahis oynamam. sadece onlar koşsun ben izleyeyim. bunları söylerkenki yüz ifadesini görmeniz lazım. nasıl bi aşk var, nasıl bir bağlılık var. hangi atlar iyi koşuyor, arap atları mı? ben hala inanamıyorum bir çocukta bu kadar at sevgisinin olabileceğine o yüzden bilgilerini sınıyorum bir de cahilliğimi gideriyorum tabi. arap atları iyidir abi, ama ingiliz atları daha bi iyidir, daha bi hızlıdır. böyle bi koşmaya başlarlar rüzgarını bile göremezsin. çok zevklidir onların koşuşunu izlemek. onlar koşsun sabahtan akşama kadar izlerim.

çocukla konuştukça daha bir keyif almaya başlıyorum, daha bi merak ediyorum hayatını. konuşması öyle bi olgunlukta, öyle bi görmüş geçirmişlikte ki. fakat boy varsa yoksa 1.40, 1.50; kilo desen 45 i geçmez. hasta dosya bilgilerine bakıyorum meraktan. 15 yaşındaymış, adı saddam'mış. 6 sene evvel jra tanısı almış. kemik gelişimi bu yüzden erkenden durmuş, o yüzden biraz küçük kalmış. sen dedim jokey olmak istiyor musun, bak boyun kilon da uyuyordur? vallahi çok istiyordum abi. boyum, kilom, yaşım herşeyim tutuyordu. bi sınava giriyormuşsun 2 sene istanbul'da okuyup jokey oluyomuşsun. sınavı da zor değilmiş zaten, ilkokul bilgileri soruyolarmış. ama dediler günahtır ben de vazgeçtim. çok istiyordum ama allah için vazgeçtim abi. yüzünden o kadar belli oluyordu ki iki arada bir derede kaldığı. yani dünyada onun jokey olmasını hiçbir güç engelleyemeyecekkenbir tek allah korkusu engellemiş gibiydi. kimbilir belki ailesi de sırf bunu bildiği için günah demiştir. belki de herşeyiyle jokeylik için yaratılmış bu çocuk sırf anne babasının cahilliği yüzünden hayat boyu en çok istediği mesleği yapamayacaktı. o zaman sen büyüdüğünde kendi parana kendi atını alır kendin yetiştirirsin, dedim. almayı çok istiyorum ben abi. ama o köydeki atlardan değil, yarış atlarından alacam. ingiliz atı güzel attır hızlı attır ama huysuzdur, bakımı zordur. ben arap atı alacam ama yarıştırmicam. binecem üstüne, koşturacam, ama yarıştırmicam. ben kendi elimle beslerim onu abi, çocuğum gibi bakarım ona... ne diyeceğimi bilemedim o an. çocuk hayalini yaşarken o kadar mutlu, o kadar umutluydu ki. e peki ismini belirledin mi atının dedim. istiyorumki bir eksiğini yakalayayım da hayallerine bir katkım olsun, ''aa bak bunu hiç düşünmemiştim'' desin. ama herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş saddam. üç tane isim var abi aklımda dedi, üçünden birini koyacam. ya uçanyel koyacam. eski bi attı çok iyi koşuyordu, çok asil attı, öldü, ya -adını hatırlayamadığım bi isim söyledi- koyacam ya da dedi sabırlı koyacam. sabırlı benim gördüğüm en iyi attı. o bi koşmaya başladı mı herkes durur onu izlerdi dedi iç geçirerek. sanki rahmetli bir yakınından, kahraman bir tanıdığından bahseder gibiydi. bu arada cüzdanını açtı 4-5 tane gazete küpürü içinden bir tanesini verdi, al işte bak bu dedi. bi tane yarış esnasında çekilmiş fotoğraf, altında da ufak bi haber: şampiyon at sabırlı öldü.

1 saate yakın sohbet ettik kendisiyle. çok şeyler anlattı. çok şeyler öğretti bana. her defasında, daha ne kadar şaşırabilirim diye düşünürken, o bir yolunu bulup beni hayretler içerisinde bırakıyordu. nasıl bi sevgidir, nasıl bir tutkudur bu. ben 22 senelik hayatım boyunca hiçbir şeye bu kadar tutkuyla, bu kadar sevgiyle bağlanmadım. onun bu olgunlukla, bu alçakgönüllülükle duyduğu sevgi inanılmaz birşey. hayran kaldım ona. hastalığına, ağrılarına, 14 kardeşi arasında kaybolup giden yaşamına, iki karılı babasına, hastaneye tek başına gelip tüm işlemlerini kendisinin yapmasına, tüm hastalık öyküsünü kendisinin vermesine müsade eden ailesine, günahtır deyip hayallerini kestirip atan çevresine rağmen hayata, tutkularına sımsıkı sarılmış; kendi küçük, yüreği kocaman bu çocuğa hayran kaldım.

ertesi gün sabah 11 gibi yine servisteyken hemen yanına gittim iki muhabbet edeyim diye. taburcu olacakmış o gün. laf lafı açtı. aç mısın diye sordum. abi acıktım da burdaki yemekleri bi türlü sevemedim dedi. tatsız tuzsuz getiriyolar ne iştah kalıyor ne bişey. e gel aşağıya kafeteryada yemek ısmarlayayım sana dedim. yok abi dedi çıkmam yasak, zaten taburcu olacam öğleden sonra, çıkar dışarda bi tantuni yerim oh mis (mersindeyiz bu arada). iyi peki sen bilirsin dedim. ama et tantuni yeme tavuk tantuni ye, buralarda ne koyacakları belli olmaz tantuninin içine. zaten abi öyle yapıyorum, eşek eti, at eti falan koyuyolar ben yiyemiyorum dedi. durdu bi müddet, birşeyler düşündü, sonra bir kızgınlıkla başını yana çevirerek hasbinallah hareketiyle: ''nasıl koyarlar ya'' dedi. ''nasıl insanlar var. bi insan niye bi atı keserki. o güzelim atın ne zararı var da kesiyosun. bu insanları tek tek alıp hem döveceksin hem en ağır cezaları vereceksin aslında. bak bakim bi daha dokunabiliyolar mı o atlara''.

hay sen çok yaşa:)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder