20 Haziran 2013 Perşembe

Süper Lig 13 İkilileri: Lamine Diarra, Isaac Promise


Bu ikili bu sezon gerçekten Antalyaspor'u sırtlayan kişilerdi... Arkadan Tita ve Uğur İnceman'ın desteği ile bu ikiliyi besledi.... Bu takımdaşlık Antalyaspor'un Saraçoğlu'ndan farklı bir galibiyetle çıkmasına da olanak verdi...

Zaten bu tür takımdaşlıklarda, birlikteliklerde iletişim çok önemli... İki Afrikalı oyuncu bunu iyi kullandılar... Oyun bilgileri ve görüşleri de hemen hemen aynı... Pozisyonları da değişmeli oynadılar sanırsam... Forvet, ikinci forvet, santrafor arasında gidip geldiler... Nijeryalı Isaac, rakip ağlara 8 gol gönderirken 6 asist yapmış, Senegalli Diarra ise 13 gol ve 8 asist ile sezonu tamamlamış...

Seneye daha verimli olmaları temennisi ile...

yirmibir #1


19 Haziran 2013 Çarşamba

Logo Forma Bütünlüğü


Keşke kulübümüz de böyle seçenekleri düşünse yeni sezon formalarını tasarlarken... Gerçekten yeni şeyler sunmanın zamanı geldi taraftara... Bunca güzel rengi barındırırken bu çatı altında, kullanılmaması gerçekten kötü...

18 Haziran 2013 Salı

Füme Forma Tasarımı


Forma Kalıbı : Hollanda 2006 Away




ekşi #4


Recep Tayyip Erdoğan Başlığında:

Muaviye (Şam hükümdarı) ile Hz Ali (Halife) birbirlerine can düşman... Bir gün Ali'nin memleketi Küfe'den bir Arap devesiyle Şam'a gelmiş, dolaşırken bir Şamlı yanaşmış:
"ver o dişi deveyi bana!" demiş.
Devenin sahibi hayır demiş ama Şam'lı adam vazgeçmemiş. Tartışma büyümüş, Küfeli Arap, "bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir", demişse de anlaşamamışlar, iş Muaviye'ye yansımış, halk meydanda toplanmış, Muaviye, Küfe'den gelen ile Şam'da deveye sahip çıkanı dinledikten sonra, kararını açıklamış:
"bu dişi deve şamlınındır!"
Sonra toplananlara dönmüş:
"ey cemaat, bu dişi deve kimindir?"
hep birlikte bağırmışlar:
"şamlınındır!"
küfeli şaşkın şaşkın, giden devesinin ardından bakarken, Muaviye, adamı yanına çağırmış:
"ey küfeli, dinle! sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. ama sen küfe'ye dönünce gördüklerini Ali'ye anlat ve de ki:
- ey Ali, Muaviye'nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! ayağını denk alsın!"

Olgunluk Nedir?

Çocuklarla Girilen Komik Diyaloglar

aslında pek komik değil hatta hüzünlü bile sayılabilir. fakat başlık önemli değil. zaten amacım birilerinin okumasından ziyade ben unutmayayım, ilerde okuyup hatırlayıp gülümseyeyim.

üniversite hastanesinde 4. sınıf tıp öğrencisiyim. stajyer doktorum güya ama şimdilik pek birşey bildiğim yok. henüz 2 hafta olmuş zaten hastaneye geçeli, çocuk servisinden başlamışım uzuun hastane macerasına. nöbet yazmışlar geçtiğimiz haftaiçi. akşam 5'ten 10'a kadar orda bulunup intern, asistan abilerimden ablalarımdan birşeyler öğrenmeye, hasta dosyalarından bilgiler kapmaya çalışacağım. akşam 6-7 civarı servis odaları arasında dolanırken birşey dikkatimi çekti. 8-9 yataklı odada o kadar bebenin, çocuğun, hasta yakınının arasında bir tane ufaklık, oturmuş sandalyesine, elinde kumanda, kafayı kaldırmış yukardaki televizyonda at yarışı izliyor. at yarışı ha, bildiğin tjk tv açık, koşan atları izliyor çocuk. gittim yanına bir sandalye de ben çektim. başladık muhabbete.

hayırdır dedim, izleyecek birşeyler bulamadın can sıkıntısından at yarışı mı izliyorsun? yok abi dedi, ben hep izlerim. kim alıştırdı seni dedim; abin, baban falan mı hastası bu yarışların? yoo dedi ben küçüklüğümden beri kendi kendime açar izlerim. ee oğlum nasıl alıştın peki, senin yaşındakiler hep futbol hastasıdır, basketbol hastasıdır nerden geliyor sendeki bu at sevdası? biz mardinliyiz abi, dedi. köyde görürdüm, binerdim atlara. televizyondakileri göstererek; ama bunlar başka, dedi. çok güzeller ya şunlara bir baksana abi dedi (o anki gülümsemesini görmeniz lazım). e peki biliyor musun bari isimlerini, yoksa öyle kuru kuruya mı izliyosun? sormaz olaydım. ekranda gördüğü her atın anası, babası, dedesine, yaşına, kazandığı yarışların sayısına kadar tüm bilgilerini saydı. bak abi bu bilmemkim. çok iyi attı ama dört yarıştır birşeyler oldu kazanamıyor. hasta mıdır nedir, aha bu da bilmemkimle bilmemkimin çocuğu. yeni yeni yarışıyor ama geleceğin atı olacak bak görürsün. sayıyor da sayıyor. saydıkça beni şaşırtıyor. sen biraz büyüdün mü at yarışı da oynarsın kesin, tüm paranı bunlara yatırırsın dedim. durdu bi, yok dedi. ben onların üzerine bahis oynamam. sadece onlar koşsun ben izleyeyim. bunları söylerkenki yüz ifadesini görmeniz lazım. nasıl bi aşk var, nasıl bir bağlılık var. hangi atlar iyi koşuyor, arap atları mı? ben hala inanamıyorum bir çocukta bu kadar at sevgisinin olabileceğine o yüzden bilgilerini sınıyorum bir de cahilliğimi gideriyorum tabi. arap atları iyidir abi, ama ingiliz atları daha bi iyidir, daha bi hızlıdır. böyle bi koşmaya başlarlar rüzgarını bile göremezsin. çok zevklidir onların koşuşunu izlemek. onlar koşsun sabahtan akşama kadar izlerim.

çocukla konuştukça daha bir keyif almaya başlıyorum, daha bi merak ediyorum hayatını. konuşması öyle bi olgunlukta, öyle bi görmüş geçirmişlikte ki. fakat boy varsa yoksa 1.40, 1.50; kilo desen 45 i geçmez. hasta dosya bilgilerine bakıyorum meraktan. 15 yaşındaymış, adı saddam'mış. 6 sene evvel jra tanısı almış. kemik gelişimi bu yüzden erkenden durmuş, o yüzden biraz küçük kalmış. sen dedim jokey olmak istiyor musun, bak boyun kilon da uyuyordur? vallahi çok istiyordum abi. boyum, kilom, yaşım herşeyim tutuyordu. bi sınava giriyormuşsun 2 sene istanbul'da okuyup jokey oluyomuşsun. sınavı da zor değilmiş zaten, ilkokul bilgileri soruyolarmış. ama dediler günahtır ben de vazgeçtim. çok istiyordum ama allah için vazgeçtim abi. yüzünden o kadar belli oluyordu ki iki arada bir derede kaldığı. yani dünyada onun jokey olmasını hiçbir güç engelleyemeyecekkenbir tek allah korkusu engellemiş gibiydi. kimbilir belki ailesi de sırf bunu bildiği için günah demiştir. belki de herşeyiyle jokeylik için yaratılmış bu çocuk sırf anne babasının cahilliği yüzünden hayat boyu en çok istediği mesleği yapamayacaktı. o zaman sen büyüdüğünde kendi parana kendi atını alır kendin yetiştirirsin, dedim. almayı çok istiyorum ben abi. ama o köydeki atlardan değil, yarış atlarından alacam. ingiliz atı güzel attır hızlı attır ama huysuzdur, bakımı zordur. ben arap atı alacam ama yarıştırmicam. binecem üstüne, koşturacam, ama yarıştırmicam. ben kendi elimle beslerim onu abi, çocuğum gibi bakarım ona... ne diyeceğimi bilemedim o an. çocuk hayalini yaşarken o kadar mutlu, o kadar umutluydu ki. e peki ismini belirledin mi atının dedim. istiyorumki bir eksiğini yakalayayım da hayallerine bir katkım olsun, ''aa bak bunu hiç düşünmemiştim'' desin. ama herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş saddam. üç tane isim var abi aklımda dedi, üçünden birini koyacam. ya uçanyel koyacam. eski bi attı çok iyi koşuyordu, çok asil attı, öldü, ya -adını hatırlayamadığım bi isim söyledi- koyacam ya da dedi sabırlı koyacam. sabırlı benim gördüğüm en iyi attı. o bi koşmaya başladı mı herkes durur onu izlerdi dedi iç geçirerek. sanki rahmetli bir yakınından, kahraman bir tanıdığından bahseder gibiydi. bu arada cüzdanını açtı 4-5 tane gazete küpürü içinden bir tanesini verdi, al işte bak bu dedi. bi tane yarış esnasında çekilmiş fotoğraf, altında da ufak bi haber: şampiyon at sabırlı öldü.

1 saate yakın sohbet ettik kendisiyle. çok şeyler anlattı. çok şeyler öğretti bana. her defasında, daha ne kadar şaşırabilirim diye düşünürken, o bir yolunu bulup beni hayretler içerisinde bırakıyordu. nasıl bi sevgidir, nasıl bir tutkudur bu. ben 22 senelik hayatım boyunca hiçbir şeye bu kadar tutkuyla, bu kadar sevgiyle bağlanmadım. onun bu olgunlukla, bu alçakgönüllülükle duyduğu sevgi inanılmaz birşey. hayran kaldım ona. hastalığına, ağrılarına, 14 kardeşi arasında kaybolup giden yaşamına, iki karılı babasına, hastaneye tek başına gelip tüm işlemlerini kendisinin yapmasına, tüm hastalık öyküsünü kendisinin vermesine müsade eden ailesine, günahtır deyip hayallerini kestirip atan çevresine rağmen hayata, tutkularına sımsıkı sarılmış; kendi küçük, yüreği kocaman bu çocuğa hayran kaldım.

ertesi gün sabah 11 gibi yine servisteyken hemen yanına gittim iki muhabbet edeyim diye. taburcu olacakmış o gün. laf lafı açtı. aç mısın diye sordum. abi acıktım da burdaki yemekleri bi türlü sevemedim dedi. tatsız tuzsuz getiriyolar ne iştah kalıyor ne bişey. e gel aşağıya kafeteryada yemek ısmarlayayım sana dedim. yok abi dedi çıkmam yasak, zaten taburcu olacam öğleden sonra, çıkar dışarda bi tantuni yerim oh mis (mersindeyiz bu arada). iyi peki sen bilirsin dedim. ama et tantuni yeme tavuk tantuni ye, buralarda ne koyacakları belli olmaz tantuninin içine. zaten abi öyle yapıyorum, eşek eti, at eti falan koyuyolar ben yiyemiyorum dedi. durdu bi müddet, birşeyler düşündü, sonra bir kızgınlıkla başını yana çevirerek hasbinallah hareketiyle: ''nasıl koyarlar ya'' dedi. ''nasıl insanlar var. bi insan niye bi atı keserki. o güzelim atın ne zararı var da kesiyosun. bu insanları tek tek alıp hem döveceksin hem en ağır cezaları vereceksin aslında. bak bakim bi daha dokunabiliyolar mı o atlara''.

hay sen çok yaşa:)

 

17 Haziran 2013 Pazartesi

2013-2014 Sezonu Forma Önerileri #1




Galatasaray için gerçekten güzel tasarlanan formalar var bu zamanlarda... Ev sahibi forması çok erken çıktı, biz de diğer iki formayı merak etmeye başladık... Kendi yaptığım 2 tasarım var Galatasaray için... "Away" formada birçok İngiliz kulübünde kullanılan bir uygulamayı denedim... Arma rengini forma rengine uyarladım... Belki pek çok Galatasaraylı bundan hoşlanmayabilir... Ama bence bir değişiklik güzel olabilir kulübümüz adına...

Away Tasarımlar:



Logo Forma Bütünleşmesi


Bu formanın logo ile bütünleşme fikrini ilk olarak Manchester United formalarında görmüştüm... Sol tarafta resmi... Sarı-Kırmızı olan Manchester United logosu, siyah ve beyaz tondaydı... Formayı sarı kırmızı ile bozmamayı düşünmüşlerdi...
Bu gayet güzel bir düşünceydi... Deplasman formasında yenilikti bence...

Yıllar sonra aynı düşünceyi bir Chelsea formasında gördüm... Yeşil-Lacivert bir formaydı...



Orada da aynı uygulamaya gidilmişti... Yine çok güzel durmuştu forma...
Daha sonra bu takımları Liverpool, Manchester City, Arsenal, Milan vs. takip etti... İyi de ettiler... Keşke biz de böyle bir uygulamaya gitsek... Ancak itiraz edecekler elbet çıkar... Çünkü Galatasaray Arması'nda kulübümüzün iki rengi de yer alıyor... "Tek renk olursa çok anlamsız olur", "Sarı-Kırmızı olmazsa benliğimizden koparız" gibi yorumlar gelebilir elbette... Herkesin kendi düşüncesi elbet olacak... Ama yenilik de lazım...




Füme Tasarımlar:



Biliyorum şimdi diyeceksiniz ki, füme forma tasarımın "Adidas"ın AC Milan için tasarladığı formanın kopyası, ya da bu Adidas tasarımı, Nike böyle forma yapmaz diyeceksiniz...

Bir umut var elbette...

Yenilikleri bekliyoruz!..

15 Haziran 2013 Cumartesi

onüç #5


Antony Reveillere



Scout: Juan Manuel Iturbe



Evet ismi Juan Manuel Iturbe, Arjantin 1993 doğumlu sol ayaklı bir genç... Sol açık ve sağ açık pozisyonlarında oynayabiliyor kendisi... 2 sene evvel Porto tarafından getirilmişti Avrupa'ya, ancak yetersiz görüldüğü üzere tekrar Arjantin'e, bu kez River Plate'e gönderildi, kiralık olarak... Şu anda ilk 11 oyuncusu olarak orada forma giyiyor... Latin Amerika'nın en büyük ikinci futbolcu pazarı Arjantin... Bu yüzden hemen hemen her ligde Arjantinli futbolcu görmek mümkün... Premier Lig'de Agüero, La Liga'da Messi, Serie A'da Lamela, bunlara sadece birer örnek...

Juan Iturbe'yi yaklaşık 1 yıldır tanıyorum... En iyi özellikleri ise, dribblingi ve çok süratli koşması... Bir anda jet hızına geçebiliyor bu genç arkadaşımız... Savunma arkası koşularını çok iyi yapıyor... Daha çok sağ tarafta oynamayı seviyor, bunun sebebi ise şut çekmeyi sevmesine bağlıyorum... Sol ayağını etkili kullandığı için sağ kulvardan topu içeri çekerek yapacağı herhangi bir vuruş savunmaya ve kaleciye tehlike yaşatacaktır...

Arjantin'in U-20 Dünya Kupası'nda yer almasını Iturbe'yi ve onun gibilerini izlemek için çok isterdim kendi açımdan... Ancak Arjantin U-20'ye katılamadı... Ama ben eminim ki 2014 Dünya Kupası'nda Arjantin aday kadrosunda olabilecek kapasitede bir futbolcu Iturbe... Kendisini geliştirmeye ihtiyacı var biraz... Fiziğini geliştirmesi lazım... Bizim ligimizde nedense altyapılardan çıkan oyuncular hep fiziksiz, tıknaz oluyor... Emre Çolak, Salih Uçan, Anıl Dilaver ve yeni keşfedilen Serdar Gürler... Hiçbiri yapılı, güçlü bir stoperle topu omuz omuza götürebilecek kapasitede değil...


Ancak şu anda Bayern'de olan Xherdan Shaqiri'ye baktığımızda vücudunu çok ama çok geliştirdiğini görebiliyoruz...


Iturbe de kısa boylu olduğu için (172 cm) fiziki mücadelelerde altta kalmamak adına vücudunu geliştirmeli... Eğer ki kendisini bu yönde geliştirirse geleceğin en büyük yıldız adaylarından olmanın yanında Porto'nun en yüksek bonservisli satışlarından biri de olabilir...

Umut NADERİ


13 Haziran 2013 Perşembe

UEFA'nın Sopası

"Ülkede bu kadar koyun oldukça, elbet güdecek bir çoban bulunur..."
Yazan arkadaşa şapkamı çıkarıyorum buradan...

12 Haziran 2013 Çarşamba

Kesişir Hayatlar 3






İki süper solak... Kaderleri birbirlerine çok yaklaşmıştı Podolski'nin Arsenal'e transferi gündeme geldiğinde ilk kez... Daha sonra da Manchester elinden kaptı Van Persie'yi Arsenal'ın... Biri Alman, biri Hollandalı...


Kesişir Hayatlar 2








Bu da böyle bir macera işte... Çocukluk arkadaşın ile neredeyse aynı yollardan geçip, sürekli birlikte başarmak bazı şeyleri...



7 Haziran 2013 Cuma

Olabilecek Senaryo...


Her transfer döneminde gazetelerin,  gazetecilerin üreticiliği göz dolduracak cinsten... Şimdi de, Carlinhos Galatasaray'ın gündeminde... Gündeminde de, bu haber gazeteyi okumak için iyi bir neden değil ki? Bakkalın, gazetecinin önünden geçen adam spor gazetesine baktığında, "CARLINHOS TRANSFERİ" gibi başlıklar gördüğünde yine aynı su, aynı hamam der kafasından... Ama mesele onu ilginç kılmak olmalı ki zaten çoğu gazete bunları hep yaptı ve yapacak... Satması lazım sonuçta o gazeteyi... Bunun için de olayı enteresan sunmak lazım...

Olabilecek senaryo ise şöyle:

Carlinhos, Türkiye'de top oynadığını bildiği için ilk önce Alex'e telefon açar... Ancak Alex Türkiye konusunda konuşmayı reddeder... Daha sonra da bilgi alamayan Carlinhos, Alex'ten takım arkadaşı Lincoln'ün numarasını ister...
Carlinhos, Lincoln'ü arar... Ancak Lincoln cevap vermez... En sonunda da Roberto Carlos'u aramayı düşünür... Hali hazır Sivasspor'a da transferi gerçekleşmişken...

Carlinhos: Alo Carlos abi! Nasılsın iyisin?
R.Carlos: İyiyim iyiyim, sağol, ne soracaktın?
Carlinhos: Abi benim Galatasaray'a gitmem hakkında sorularım vardı... Nasıl bir kulüp ora ya? Sen de şimdi Türkiye'ye gideceksin, bildiklerin neler abi?
R.Carlos: Valla o kulüp 13 yıl önce beni futboldan soğutmuştu, Süper Kupa'yı bizi yenip almışlardı... Sonra Fenerbahçe'ye gittiğimde kavga filan etmişlerdi maçta baya...
Carlinhos: Naptın abi ya? Ne diyosun?
R.Carlos: Sen bence arayıp Elano'ya sor, o oradan en son gelendi... Bilir belki birşeyler...
Carlinhos: Sağol abi!

Carlinhos Elano'yu da arar...
Elano: Ne vardı?
Carlinhos: Abi ben Galatasaray hakkında soru soracaktım sana?
Elano: Ha şu takım... Valla beni orada çok iyi karşılamışlardı... Haldun diye bir adam beni transfer etmişti... Ama ben oraya sadece düzenli oynamak için gitmiştim... Dunga, sen eğer sürekli oynamayı başarırsan, seni Brezilya Milli Takımında, Güney Afrika'daki Dünya Kupası'na götüreceğim, dedi... Ben de oraya gittim, sürekli oynamaya çalıştım... Sonra baya bişiler oldu, son sezonumda 3 teknik direktör ile oynadım... Hatta 2. teknik direktörüm, Misimoviç'i sakız çiğnedi diye kadrodan attı! Garip yerler oralar...
Carlinhos: Vay vay... Herkes kötü şeyler anlatıyor... Ne olacak benim durumum ya?!